Dünyada kaç dil vardır diye soracak olursak, kavim sayısı kadar dil vardır. Bu nedenden dolayı, bazı dillerin yazı diline geçmemiş olabileceğinden ve bazı dillerin hangi dil ailesinden olduğu kesinleşmediğinden dolayı dünyada kaç dil olduğunu bilemeyiz. Fakat ölü ve yaşayan 3000’in üzerinde dil olduğunu tahmin etmekteyiz.
Bugünkü dünya dilleri eski zamanlarda aynı dilden türemiştir. Eski ana dillerin zamanla farklılaşmasından doğmuştur. Aynı dilden gelenler birbiriyle akraba sayılmış ve dil ailelerini oluşturmuştur.
Diller iki gruba ayrılır:
Kaynak - Köken (genetik - akrabalık) bakımından
Yapı bakımından
Köken Bakımından:
Bilinmeyen devirlerde aynı anda dile bağlanan bir köken akrabalığı vardır. Bu akrabalık dillerin,
ses yapısı
şekil yapısı
cümle yapısı
köken bilgisi
bakımından geriye doğru gidildikçe birbirine olan yakınlıkları sonunda belirlen bağlılıklardır.
Köken akrabalarında kelime haznesindeki benzerlikler de önemlidir.
Akraba diller aynı soydan mı gelir?
Dil ailesi köken olarak akrabalık gösterse de aynı soydan geldikleri anlamına gelmez. Aynı soydan gelebileceği gibi sadece kültür ilişkisi ve kültür bağı görülen milletler de vardır. (Hint-Avrupa dil ailesi)
Uzak akraba: Bir ana dilin ayrı ayrı kollarından gelen diller. (İngilizce - Farsça)
Yakın akraba: Aynı ana dilin aynı dallarından gelen kollar. (İngilizce - Almanca)
Dil Aileleri:
Hint - Avrupa Dilleri: Millattan önce 3000’ler, Karadeniz’in kuzeyi, konuşur sayısı en fazla olan dil ailesi. Avrupa ve Asya olmak üzere iki kolu var.
Avrupa Kolu:
Asya Kolu:
1.Hint-Urdu Dilleri : Hintçe, Urduca ve Bengali bu grubun en büyük temsilcileridir.
2.İran Dilleri: İran’daki Farsça, Pakistan ve Afganistan’daki Peştunların dili Peştunca, Tacikistan’da konuşulan Tacikçe ve Kafkaslardaki Osetçe bu grupta bulunmaktadır.
Hami - Sami Dilleri: Avrupa yarımadası ve Kuzey Afrika, 250’den fazla dil, Hami ve Sami olarak iki alt bölüm. 350 milyon konuşur. Arapça, İbranice, Habeşçe, Çad dili.
Bantu Dilleri: Orta ve Güney Afrika. Zulu, Swahili, Çuana, Kongo, Mongo, Gonda.
Çin - Tibet Dilleri: Güneydoğu Asya’daki 300’e yakın dilin oluşturduğu bu grup, iki alt bölümde incelenir. Bunlardan Çince dünyada en çok konuşulan dildir.
Altay Dilleri: Son zamanlarda Ural-Altay dilleri olarak adlandırılan dil ailesi; Altay dilleri ve Fin-Ugor dilleri şeklinde ayrı gruplar halinde değerlendirilmektedir. Altay dil birliği kuramı; Türk, Moğol, Mançu-Tunguz, Kore ve Japon? dillerinin ortak bir kaynaktan geldiğini savunan bir dil akrabalık kuramıdır. Altay dilleri: Türkçe, Moğolca, Mançu-Tunguzca, Korece, Japonca
Ural-Altay dilleriyle ilgili ilk sınıflandırmayı yapan Strahlenberg’dir. Karşılaştırmalı dil bilimi çalışmaları, son zamanlarda Ural dilleri ve Altay dilleri şeklinde iki ayrı grup içerisinde bu dilleri inceleme yolunu benimsemiştir. Altay dilleri elliden fazla dil ve lehçeye ayrılmaktadır ve bunlar arasında en büyük kolu Türkçe oluşturmaktadır. Bu ailenin en küçük kolu ise Mançu-Tunguzca’dır. Altay dilleriyle ilgili ilk bilimsel karşılaştırmalı çalışmalar W. Schott ile başlamıştır. Altay dillerinin akraba olduğunu delillerle gösteren ise Ramstedt’tir. Türkiye’de Altay Dilleri Teorisi tartışmalarına en fazla katkı sunan Talat Tekin’dir. Teoriye göre bu diller ortak bir atadan iniyordu. Hint-Avrupa dilleri ile karşılaştırıldığında benzerliklerin daha sınırlı olduğu ve bir köken akrabalığını destekleyecek nitelikte bulunmadığı görüşü ortaya atılarak dil ailesi yerine dil grubu terimi tercih edilmiştir.
Altay Dillerinin Ortak Özellikleri:
Altay dilleri köken akrabalığına dayanan bir aile oluşturmazlar. Benzerlik yalnızca yapı benzerliğinden ibarettir. Bu benzerlikler,
-Eklemeli dildir.
-Aralarında derece farkları bulunmasına rağmen birer ünlü uyumu sistemine sahiptirler.
- Ses bilgisi, kelime türetme yolları ve cümle yapıları bakımından yakındır.
Kafkas Dilleri: Kafkasya’da Türk dilleriyle beraber konuşulan, yapı bakımından birbirinden farklılıklar gösteren Kafkas dilleri ikiye ayrılır:
1. Kuzey Kafkas Dilleri: Abhazca, Ubıhça, Çeçence, İnguşça, Avarca…
2. Güney Kafkas Dilleri: Gürcüce, Megrelce…
Fin - Ugor Dilleri: Kuzeybatı Avrupa’da konuşulan diller bu grupta yer alır. Macarca, Fince, Laponca bu grubun başlıca dillerindendir. Bu diller, Finlandiya, Macaristan, Norveç, İsveç ve Rusya’nın bazı bölgelerinde konuşulmaktadır.
Avustronezya Dilleri: Çin’in güneyinde, Hindistan’ın doğusunda, Malezya’nın adalar bölgesinde, Endonezya ve Filipinler’de yaklaşık bin civarında dilin oluşturduğu gruptur: Tay dili, Khmer dili, Vietnam dili, Cavaca, Malagasy…
Amerika Yerli Dilleri: Amerika’daki yerli diller Kuzey, Orta ve Güney olmak üzere üç grupta incelenir. Kuzey Amerika’da Aztek-Tano dilleri; Orta Amerika’da Mayaca; Güney Amerika’da Penut, Keçuva-Aymara dilleri örnek olarak verilebilir.
Yapı Bakımından:
3 gruba ayrılmıştır:
Tek Heceli Diller: Çince, Tibetçe, Vietnam dili, Himalaya ve Afrika dilleri, Endonezya dilleri.
Tek heceden oluşan kelimeler ek almaz, çekime girmez.
Değişikliğe uğramayan kelimeler cümle içinde yer değiştirerek ve başka kelimelerle yan yana gelerek anlam değiştirir.
Vurgu ve tonlama önemlidir. Tek heceli oldukları için bunlardaki kavram ve anlam farklılıkları yazıda da belli edilen çok zengin bir vurgu ve tonlama sistemi ile karşılanmıştır.
Eklemeli Diller: Bu dillerde hiç değişmeden sabit kalan tek veya çok heceli kökleriyle bunları eklenen çeşitli ekler vardır. Kelime köklerinin başında veya sonunda eklenen ekler anlam ve görev değişikliği yaparlar. (Çekim ve yapım eki )
Türk dili bu grubun en karakteristik örneğidir.
Türkçede ön ekleme yoktur, ek sonuna getirildiği için Türkçe sondan eklemeli bir dildir. Moğolca, Mançuca ve Tunguzca gibi Altay dilleri ile Fince, Macarca ve Samoyetçe gibi Fin-Ugor dilleri yer almaktadır. Ufak bazı ayrılıklar ile Japonca ve bazı Afrika Asya dilleri de bu gruba sokulmaktadır.
Çekimli Diller: Bu gruba giren dillerde de tek veya çok heceli kökler ve ekler vardır. Fakat yeni kelimeler türerken ve çekim yaparken kelime köklerindeki ünlüler değişir böylece köklerde bir iç kırılma meydana gelir. Aynı durum kelimelerin çokluk biçimlerinde de görülür. Değişiklik ünlülerdedir.
Sami dilleri bu gruba girer. Bu grubun en tipik örneği de Arapça’dır.
KARANLIK DÖNEM
Türkçe’nin bilinen ilk yazılı belgeleri Göktürk Yazıtlarıdır.
Yazıtların dili incelendiğinde, içinde atasözleri, deyimler ve kalıp ifadeler bulunduğu dikkati çekmekte ve onların bir dilin ilk örnekleri olamayacağı rahatlıkla görülebilmektedir.
Türkçe’nin elimizde belgesi olmayan dönemine karanlık dönem denir ve üçe ayrılır.
Altay Dönemi
En Eski Türkçe Dönemi
İlk Türkçe Dönemi
Altay Dönemi:
Türkçe’nin henüz diğer Altay dillerinden ayrılmadığı düşünülür.
En Eski Türkçe Dönemi:
Türkçe bağımsız bir dil olma yoluna girmiştir, Hun Çağı denir.
Hun Devleti’nin hüküm sürdüğü dönem.
İlk Türkçe Dönemi:
Türkler tarih sahnesinde kesin olarak var. Bizans, Çin ve İran’ın kaynaklarından biliyoruz bunları. Türklerle ilgili bilgilere ve Türkçe sözcüklere rastlanıyor.
Arap Kaynakları
İbn-i Fadlan Seyahatnamesi
İbn-i Fadlan 10. yüzyıl başlarında Abbasi Halifesi Muktedir divanında çalışan kâtiplerden birisidir. 921-922 yılında Halife Muktedir tarafından Volga Bulgarlarına gönderilen elçilik heyeti sırasındaki hatıralarında anlattığı seyahatnamesi 10. yüzyıldaki Türklerin tarihi hakkında en canlı en sağlam vesikalardır.
İbn-i Fadlan elçilik için gittiği sırada uğradığı Türk kabilelerinin idaresi, dinleri, adetleri, hukukları hakkında değerli bilgiler vermiştir.
ESKİ TÜRKÇE DÖNEMİ
İslamiyet öncesi dönemi ile ilk İslamiyet dönemi. 6-13. yylar. Köktürk devletinin kuruluşu ile başlar.
Köktürk dönemi: 6-8 yy
Uygur dönemi: 8-13. yy
Karahanlı dönemi: 10-13. yy
Köktürk Dönemi:
Birinci Köktürk döneminden kalan Türkçe belge yok. Bu dönemden kalma tek anıt Bugut yazıtı o da Türkçe değil. Bir yüzü Sanskritçe, üç yüzü Soğdça. Türkçe kitabeler, İkinci Köktürk Kağanlığı döneminde (682-745) dikilmiştir.
Çoyr Yazıtı: Tarihi bilinen ve bugüne ulaşan en eski Türk yazıtı Çoyr yazıtıdır. Altı satırdan oluşmaktadır. Köktürk erinin İlteriş’e katılması anlatılmaktadır.
Orhun Kitabeleri:
Orhun abideleri bugünkü Moğolistan’ın Baykal gölü güneyinde Orhun ırmağı kıyısında dikilmiş olan üç büyük taş yazıttan oluşmuştur.
M.S. 732 Kül Tigin Yazıtı (Büyük kardeşi Bilge Kağan tarafından diktirilmiştir.)
M.S. 735 Bilge Kağan Yazıtı (Oğlu Kağan tarafından diktirilmiştir.)
M.S.(724 ve 726-tahminen) Tonyukuk Yazıtı
Tonyukuk Abidesi: 724-726 yıllarında dikilmiştir. Bu taşı diktiren ve üzerindekileri yazdıran Bilge Tonyukuk’tur. Burada Türk milletinin Çin tutsaklığından kurtuluşu ve İlteriş Kağan zamanında Oğuzlarla, Kırgızlarla, On-Oklarla ve Çinlilerle yapılan savaşlar anlatılmaktadır.
Tonyukuk, Çin’de doğmuş, Türk bağımsızlığı için kağanlarla omuz omuza mücadele vermiş kahraman bir askerdir. O, uzun zaman, Türk devlet politikasına yön vermiş, akıllı bir devlet adamıdır.
Tonyukuk, Bilge Kağan’ın kayınpederi.
Kül Tigin Abidesi:
21 Ağustos 732’de Bilge Kağan tarafından diktirilmiştir. Burada Köktürklerin güçlü bir devletken nasıl zayıflayıp Çin’e tutsak olduğu, sonrasında Çin esaretinden nasıl kurtulup kendini toparladığı ve Kül Tigin’in kahramanlıkları anlatılmaktadır. Kül Tigin, Bilge Kağan’ın küçük kardeşi, İlteriş’in oğludur, 731’de 47 yaşındayken ölmüştür. Kül Tigin bengü taşının yazarı, Bilge Kağan’ın ağzından yazılmış olmakla birlikte, Yollug Tigin’dir.
Bilge Kağan Abidesi: Kül Tigin abidesinin 1 km uzağındadır. Bunun da batı cephesinde asıl Çince kitabe vardır. Bu abidede Bilge kağan konuşmaktadır. Bu abidede Bilge Kağan’ın sözlerinin dışında Yollug Tigin’in kitabe kayıtları ve ilaveler yer almaktadır.
Köktürk Yazıtları’ndan ilk kez 12. yüzyılda tarihçi Cüveyni bahsetmiştir. Ancak bilim dünyası bu yazıtların varlığını 18. yüzyılın başlarına kadar fark etmemiştir. 18. yüzyılda Remezov ve Strahlenberg yazıtlardan söz etmiş, 1889’da Rus bilgin Yadrinstev Orhun Yazıtları’nı bulmuştur. 1890’da Fin ve Rus heyetleri yazıtların fotoğraflarını çekip yayınlamış, 1893’te Danimarkalı Thomsen bu yazıtların Türklere ait olduğunu açıklamıştır.
Türkiye’de Bengü Taşlar üzerine ilk yayını Necip Asım Bey yapmış, Bilge Kağan ve Kül Tigin yazıtlarının yazı çevrimini ve Köktürkçe gramerini yayımlamıştır. İkinci yayını Hüseyin Namık Orkun “Eski Türk Yazıtları” adıyla gerçekleştirmiştir. Muharrem Ergin ise bu yazıtlar üzerine çalışarak bir el kitabı hazırlamıştır.
Türklerin, Çin tutsaklığından nasıl kurtulduğunu, İlteriş Kağan’ın bütün Türkleri derleyip toplayarak nasıl özgür bir devlet haline getirdiğini, Türk devlet adamlarının bu uğurda harcadıkları emekleri, Türk halkının kendi benliğini ve özgürlüğünü koruyabilmesi için neler yapması gerektiğini millete seslenerek veciz ve etkili bir dille anlatan bu yazıtlar, aynı zamanda Türk hatıra edebiyatının ve hitabet sanatının da ilk mükemmel örnekleridir.
Köktürk kitabelerinde, dil ve üslup bakımından gelişmiş edebi bir dilin varlığına tanık olunmaktadır.
Uygur Dönemi:
Uygurlar M.S. 745’te Köktürk devletini yıkarak bağımsızlığını ilan etmiştir.
Maniheizm ve budizm dinini benimsemişlerdir.
Bu dinlere ait telif ve tercüme eseler meydana getirmişlerdir.
Çoğunun konusu dindir, astronomi, falcılık, tıp vb konulara da yer verilmiştir.
Uygurlar ait metinleri üç başlık altında değerlendirmek mümkündür:
1. Köktürk harfli Uygur metinleri: 745-840 yılları arasında Ötüken Uygur devleti zamanında.
Şine Usu yazıtı (Mayan çor)
Karabalgasun
Taryat
Tes yazıtı
2. Maniheist Uygurlardan Kalma Metinler: Uygurlar, 840 yılında Kançu Uygur devletini kurarlar. Mani kültür muhitine dahil şimdiye kadar adı bilinen en eski Türk şairi olan Aprınçur Tigin’in şiirleri önemlidir.
Bunun dışında Irk Bitik (fal kitabı) tahminen 930 yılında ve Köktürk harfleriyle yazılmış her biri ayrı fal olarak yayınlanan 65 paragraftan oluşur.
3. Budist Uygurlardan Kalma Metinler
Bu din, Uygurlar arasında Maniheizmden daha fazla taraftar bulmuştur. Burkancı edebiyatta nesirler: vinayalar, sudurlar, çatikler ve abidarmalardan oluşur. Eserlerin çoğu Çince, Tibetçe, Sanskritçe, Toharca ve Soğdçadan tercümedir.
Vinayalar: Burkancı rahip ve rahibelerin günlük yaşamlarını düzenleyen kuralları ve onların hayatını içerir.
Sudurlar: Bir çeşit vaazdır. Önce vaazın verildiği yer tespit edilir. Sonra bir mürid soru sorar ve Burkan bu soruya yanıt vermek suretiyle vaazını sürdürür. Vaaz bitince dinleyicilerden iki kişi konuyu kendi aralarında tartışır, sonuç alınamazsa tekrar Burkana başvurulur. Uygurcaya çevrilmiş en uzun sudur Altun Yaruk’dur.
Altun Yaruk: Burkancılığın inanç ve felsefesini, din adamlarının menkıbelerle ile süsleyerek anlatan 700 sayfalık büyük bir eserdir. : Bu menkıbelerden en meşhurları Şehzade ile Aç Pars Hikâyesi, Dantipali Bey Hikâyesi ve Çaştani Bey Hikâyesi’dir. Birincide açlıktan ölmek üzere olan parsı kurtarmak için canını ortaya koyan bir şehzade; ikincide, beraberindeki geyikleri kurtarmak için kendini feda eden geyikler beyini öldüren bir bey, Dantipali Bey; sonuncuda da ülkesine hastalık ve bela getiren şeytanlarla savaşan Çaştani Bey konu edilir.
Sekiz Yükmek: Sekiz yığın (tomar) anlamına gelir. Bu eserde de Budizm inanç ve felsefesi konu edilir, bir nevi ilmihal kitabıdır. Halk arasında çok yayılmış olan bu dinî eser, yine Çinceden çevrilmiştir. İçinde Burkancılığa ait bazı pratik bilgiler bulunmaktadır. İçten anlatımı ve zengin söz varlığıyla dikkat çekmektedir.
Çatikler: Sudurlar içinde yer alan masallardır.
Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi (Edgü Ögli Tigin ile Ayıg Ögli Tigin): İyi düşünceli şehzade ile kötü düşünceli şehzadenin hikâyesidir. Bin Buda Mağaraları’nda bulunan en tanınmış çatiklerden biridir. Aslı Çince olan bu çeviri 1908’de Paul Pelliot tarafından bulunur. İyi bir şehzadenin bütün canlılara yardım etmek ve onların birbirlerini öldürmelerine engel olmak üzere çok değerli bir mücevheri ele geçirme macerasını anlatır.
Maytrisimit: Toharcadan Türkçeye çevrilmiş olan bu eserde Maitreya Burkan’ın menkıbevî hayatı anlatılır. Maitreya, İslamiyetteki “mehdi” gibi istikbalde gökten yere inecek ve insanları Nirvana’ya ulaştıracak olan bir Burkan’dır. Eser ülüş adı verilen bölümlerden oluşur.
Abidarmalar: Burkancılığın felsefesini yapan, metafizik yönü ağır basan, kuru ve ağır bir ifadeye sahip eserlerdir.
Karahanlılar Dönemi:
Karahanlı kağanı Satuk Buğra Han zamanında 10. yüzyılda İslam dini benimseyen Türklerin dilinde değişimler yaşanmıştır. Bu dönemde verilen eserler:
Kutadgu Bilig: İslami Türk edebiyatının bilinen ilk büyük eseridir. 6645 beyitten oluşan manzum bir siyasetnamedir.
11. yüzyılda Türkçenin bilim dili olarak kullanıldığını gösteren en büyük tanıktır. Kelime anlamı mutlu olma bilgisi, terim anlamı siyaset bilgisidir.
Yusuf Has Hacip tarafından kaleme alınan eserde dört soyut kavram kişileştirilmiş, temsil ettikleri kavramlara göre bu kişilere şu adlar verilmiştir:
Kün togdı - hükümdar “gün doğdu” - adalet
Ay toldı - vezir “dolunay” - ikbal
Ögdilmiş - vezirin oğlu “övülmüş” - akıl ve anlayış
Odgurmuş - vezirin kardeşi “uyanık” - dünya işlerinin sonu, akıbeti temsil etmektedir.
Eseri Balasagun’da yazmaya başlamış Kaşgar’da tamamlamış ve Tabgaç Buğra Han’a sunmuştur.
Karşılıklı konuşmalar sebebiyle bu eser için Türk edebiyatının ilk tiyatro eseri denilebilir.
Kutadgu Bilig’in ana temi “ideal insan”dır. İnsana her iki dünyada, tam manası ile mutlu olmak için lazım olan yolu göstermek maksadıyla kaleme alınmış bir eserdir. Yöneticilerin ve devlet görevlilerinin sahip olması gereken niteliklerin yanında, halkın görevleri çeşitli meslek mensupları ile ilişkilerde ayrıntılı şekilde anlatılmıştır.
Üç nüshası vardır: Herat, Mısır ve Fergana.
Yusuf Has Hacip, ben bilgisize yazmıyorum. Beni bilgililer okusun demiştir.
Divanü Lügati’t Türk:
Türkçenin bilinen ilk sözlüğüdür. 1072 yılında Kaşgarlı Mahmut tarafından kaleme alınmıştır. Abbasi Halifesi Ebu’l Kasım Abdullah’a sunulmuştur. Eserin malzemesi Türk dünyasında toplanmış, Bağdat’ta kitap haline gelmiştir.
“Türk dillerini toplayan kitap”
Türk dilleri → “Ağızlar”
Aynı zamanda Kaşgarlı Mahmut Türk illerini dolaşıp, Türk toplulukları arasında yaşayarak onların söz varlığını sözlü edebiyat ürünlerini yazıya geçirmekle 1000 yıl öncesinden binlerce yıl sonrasına ulaşmasını sağlayan ilk derlemecimizdir.
Türkçeden, Arapçaya bir sözlüktür. Türkçe sözlerini Arapça karşılıkları verildikten sonra mutlaka kelimelerin içinde bulunduğu bir örnek cümle verilir.
Örnekler sık sık bir atasözü veya bir dörtlük olabilir daha sonra örneğin Arapça karşılığı yer alır. Eser Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazıldığı için eserin mukaddimesi ve açıklamaları hep Arapçadır.
Atabetü’l Hakayık
12. yy’da Edib Ahmed bin Mahmud tarafından yazılmış manzum bir öğüt ve ahlak kitabıdır. Bilginin faydası, cehaletin kötülüğü, dili tutmanın önemi, cimriliğin zararları, alçak gönüllü olunmasına dair konular ele alınmıştır.
Kuran Tercümeleri
İlk tercümeler Karahanlılar döneminde yapılmıştır.
Divan-ı Hikmet
Hoca Ahmed Yesevi’nin şiirlerinin toplandığı yazmaktadır. Yesevilik tarikatini kurarak, Müslümanlığı sade bir şekilde göçebe Türk halkına anlatmıştır.
Orta Türkçe Dönemi
Karahanlı Dönemi
Eski Anadolu Türkçesi Dönemi (Batı Türkçesi)
Harezm Türkçesi (Doğu Türkçesi)
Geçiş dönemi olması din değişikliği kültürel olarak birçok etkileşim meydana getirir. Bir metin için ses değişimi ile değişmemesi aynı metin içinde karşımıza çıkıyorsa o metin karışık dilli eserler içersinde yer alır.
Harezm Türkçesi
12-13.yy
Kıssasü’l Enbiya
- Peygamberin kıssaları anlamına gelir. Mensur dinî bir eserdir. Rabguzî tarafından kaleme alınmıştır.
Mukaddimetü’l Edeb
- Zamahşerî tarafından 1127-1144 yılları arasında pratik bir sözlük şeklinde yazılmıştır.
Muhabbetname
- Harezmî tarafından yazılan manzum bir eserdir.
Nehçü’l-Ferâdîs
Uştmahlarnıng Açuk Yolı (Cennetlerin Açık yolu)
Kırk hadis türünde yazılmış, mensur ve hacimli bir eserdir. 4 bab ve 40 fasıldan oluşmuştur. Her bir fasıl hadis ile başlar.
1. Bab: Hazret-i Muhammed’in faziletleri ve hayatı hakkında
2. Bab: Dört halife, ehl-i beyt ve dört mezhep imamı hakkında
3. Bab: Allah’a yaklaştıracak iyi ameller (namaz, zekat, oruç, anne-babaya hizmet vb.)
4. Bab: Allah’tan uzaklaştıran kötü ameller (zina, içki, yalan, haset, kin vb.)
Yazarı Mahmud Bin Ali’dir. 1357’den önceki bir tarihte kaleme alınan bu eser, faydalı olma maksadı taşıdığı için, eserde “sanat gayesi” görülmez.
Oldukça sade ve açık bir dil ile yazılmıştır.
Kuzey-Batı Türkçesi (Kıpçakça)
13-16. yy
Karadeniz'in kuzeyinde Deşt-i Kıpçak denilen bozkırlarda Kırım, Tuna havzası Balkanlar ve Mısır’da 13-16. yy’da yazılmış eserler Kıpçak Türkçesi adı altında toplanmaktadır.
Kıpçak Türkçesi Kıpçakların asıl vatanı olan Karadeniz'in kuzeyinde yalnızca Codeks Cumanicus metni yazılmıştır. Diğerleri Mısır ve Suriye’de eser verilmiştir. Üç başlık altında incelenebilir:
Codeks Cumanicus
Latin-Gotik harfler ile yazılmıştır. İtalyan tüccarlar ve Alman rahipler tarafından Hristiyanlığa ait ilahiler, bilmeceler, Türkçe, Almanca, Latince ve Farsça sözlük parçalarını içine alan bir eserdir.
Ticaret ve günlük hayatla ilgili 2500 civarında Türkçe sözcük içeren sözlükte ayrıca İncil’den çeviriler, Kıpçakça dil bilgisi kuralları ve 47 bilmece yer almaktadır.
Kitap, Kıpçakları Hristiyanlaştırmak amacıyla Kumanlar arasında yazılmıştır.
Altınordu ve Memlük Kıpçakçası
Sözlük ve gramer çalışmaları yaygındır.
- Gülistan Tercümesi
- Kitabü’l İdrak Li Lisanü’l Etrak: Türkçenin bilinen ilk grameridir.
Ermeni Kıpçakçası
11. yüzyılda Kırım’a yerleşen Ermeniler, yazışmalarında Kıpçak Türkçesini kullanarak eserler vermişlerdir.
Çağatay Türkçesi
15-19. yüzyıllar arasında edebi bir yazı dili olarak kullanılmıştır.
Ali Şîr Nevaî
Muhakemetü’l Lugateyn
-Nevaî, Türkçeyi dönemin hakim kültür ve edebiyat dili Farsça ile karşılaştırıp edebi sanatlar, kelime hazinesi, gramer ve fonetik bakımından Farsçadan üstün olduğunu örneklerle ortaya koymuştur.
-Nevaî, edebiyat hayatına on beş yaşında Farsça şiirler yazarak başladığını, döneminde Fars edebiyatını kendisinden daha iyi bilen bir kimsenin bulunmadığını ileri sürüp görüşlerini sağlam bir temele dayandığını vurgulamak istemiştir.
Nevâî, Farsça ile Türkçeyi karşılaştırmaya başlamadan önce birbirleriyle yakın ilişkiler içinde olan Türkler ve Farsların ırkî özelliklerine temas etmiştir.
Ona göre Türkler, Farslardan daha pratik daha yüksek kavrayışlı, daha saf ve temiz kalplidir. Farslar ise ilim, marifet ve tefekkürde Türklerden daha derin görünür. Buna karşılık dillerindeki mükemmellik bakımından Türkler Farsları geçmiştir.
Nevâî, daha sonra 100 Türkçe fiil zikrederek bu dilde aynı kavramı ifade eden birden çok fiil bulunduğunu söyler.
Eserde bu tür fiiller örnek beyitlerle kaydedilmiş, bunların Fars dilinde karşılığının olmadığına, bir Fars’ın bu ayrıntıyı verebilmek için Arapçanın yardımına başvurmak zorunda kalacağına dikkat çekilmiştir.
Babürşah - Babürname
Bâbür’ün kendi hayatını anlattığı dünya çapında ilgiye kavuşmuş hâtırat kitabıdır.
En yaygın adı Bâbürnâme olmakla beraber iki yerinde Bâbür’ün ondan Vekayi diye bahsetmesine bakılarak son zamanlarda bu isim tercih edilmeye başlanmıştır.
Bâbür’ün on iki yaşında Fergana tahtına çıkışı ile başlayıp ölümünden bir yıl öncesine kadar olan zaman içindeki hayat macerasını anlatmaktadır.
Babür'ün siyasi iktidarını koruma ve yeni siyasi birlikler kurma yolunda yaptığı mücadeleler anlatılır.
Babürname her şeyden önce bir otobiyografi olmakla beraber, muhteviyatı dolayısıyla gerek edebi, gerekse mahiyeti bakımından çok yönlülük ve değişkenlik gösterir.
İlkin hatırat olarak başlamışken daha sonraki kısımlarına gelindiğinde yaşananların günü gününe veya araya fazla zaman mesafesi girmeden yazılmasıyla günlük şeklini alır; ülkeden ülkeye yapılan yolculuk ve seferlerde baştan geçen ve görülenlerin anlatıldığı sayfalarında ise bir seyahatname olur; büyük bir dikkat ve ehemmiyetle verdiği etraflı bilgiler, bir noktada ona adeta bir coğrafya, etnografya, botanik, zooloji, nihayet bir folklor ansiklopedisi görünümünü verir.
Fergana, Maveraünnehir, Kabil ve Hindistan Babürname'nin sayfalarında bütün bu özellikleriyle yerlerini almışlardır.
BATI TÜRKÇESİ
12. asrın ikinci yarısı ile 13. asrın ilk yarısından itibaren oluşmaya başlamıştır. Selçuklulardan başlayarak bugüne kadar gelen ve devam eden bu yazı dili Türklüğün en büyük ve verimli yazı dilidir. Batı Türkçesinin esasını Oğuz ağzı teşkil eder.
Üç devreye ayrılır:
1. Eski Anadolu Türkçesi
2. Osmanlı Türkçesi
3. Türkiye Türkçesi
Eski Anadolu Türkçesi (13-15. yy)
Batı Türkçesinin ilk devresini teşkil eden bu Eski Anadolu Türkçesi, bir oluş kuruluş devresidir. Eski Anadolu Türkçesi bir taraftan Eski Türkçenin izlerini taşırken bir taraftan da kök ve eklerde bazı ses ve şekil ayrılıkları göstermek suretiyle Osmanlı ve Türkiye Türkçesinden biraz farklı bir durum arz eder.
Ahmed Fakih, Sultan Veled, Şeyyad Hamza, Hoca Dehhani, Yunus Emre Selçuklu Dönemi Türkçesinin örneklerini veren önemli isimledir.
Gülşehri, Âşık Paşa, Ahmedî, Hoca Mesud, Şeyhoğlu Mustafa, Ahmed-i Dâi, Şeyhi, Kadı Burhaneddin, Erzurumlu Kadı Darir Beylikler Dönemi Türkçesinin örneklerini veren önemli isimlerdir.
Dede Korkut Hikâyeleri
Eski Anadolu Türkçesinin önemli dil metinlerinden biridir. Muharrem Ergin, Dede Korkut Hikâyeleri ile ilgili olarak şunu söyler: “Türk edebiyatı tarihinin en büyük âlimi Prof. Fuat Köprülü'nün, derslerinde söylediği bir söz vardır: Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u öbür gözüne koysanız, yine Dede Korkut ağır basar. Dede Korkut Kitabı’nın değerini ifade etmek için bundan daha güzel bir söz bulmak mümkün değildir. Gerçekten Dede Korkut Kitabı, Türk edebiyatının en büyük âbidelerinin, Türk dilinin en güzel eserlerinin başında gelir.”
Dede Korkut hikayeleri Türk ahlak ve törelerinin, inançlarının, kahramanlıkların anlatıldığı bir eserdir.
Dede Korkut göçebe Türklerin yüceltip kutsallaştırdığı, bozkır hayatının geleneklerini ve törelerini çok iyi bilen, kabile teşkilatını koruyan bir Oğuz büyüğüdür. Halkın atası, kabilenin reisi, bilgin, güçlü halk ozanı ve bilge olarak Dede Korkut'un tasviri kitabın başından sonuna kadar tekrarlanır. Hanlar güç durumlarda ona danışırlar: öğütler veren, yol gösteren, içinden çıkılmaz gibi görünen güçlükleri çözen hep odur.
Oğuzların destani hayatını anlatan on iki hikayeden meydana gelen Dede Korkut Kitabının iki nüshası vardır:
Dresden nüshası
Vatikan nüshası
Dede Korkut hikayelerinin XV. yüzyılın ikinci yarısında yazıya geçirildiği tahmin edilmektedir. Kitabın yazıldığı yer olarak da genellikle Akkoyunluların hüküm sürdüğü saha, yani bugünkü Kars ve Erzurum dolaylarındaki yerler kabul edilmektedir.
Bu devirde Türkçeye Farsça ve Arapça unsurlar girmeye başlamıştır. Bu unsurların yavaş yavaş artmasıyla devrin sonlarında Osmanlıcanın doğuşu hazırlanmıştır.
Osmanlı Türkçesi (15-20 yy.)
Osmanlı Devletinin imparatorluk olmaya başlaması ile gelişir. Eski Anadolu Türkçesindeki çeşitlilik gösteren bazı gramer şekilleri Osmanlı Türkçesinde standartlaşmıştır. Ancak bu standartlaşma, Türkçeyi ikinci plana iten ve yabancı sözlerle gittikçe ağırlaşan bir dil olma şeklinde gelişmiştir
Osmanlı Türkçesi ile eserler veren başlıca yazar ve şairler şunlardır: Zatî, Hayalî, Fuzulî, Bâkî, Pir Sultan Abdal, Köroğlu, Âşık Ömer, Şeyhülislam Yahya, Nefî, Nabî, Nailî, Evliya Çelebi, Nedim, Şeyh Galip, Koca Ragıp Paşa, Gevherî, Bayburtlu Zihni…
Türkiye Türkçesi (20.yy.)
Milletin kullandığı yazı dilinin halk dilinden ayrı olmaması için çeşitli görüşler ve akımlar oluşmuştur. Mahallileşme (Türk-i Basit) hareketi bir süre etkili olur. Tanzimat'ın birinci döneminde dilde sadeleşme çabaları, gerek sanatçılarının eski edebiyat tarzında yetişmiş olmaları, gerekse dönemin buna hazır olmaması sebepleriyle istenilen başarıya ulaşılamamıştır.
Yeni Lisan Hareketi ve Genç Kalemler dergisi, Türkçenin sadeleşmesi hususunda çok önemli aşamadır. Dilde sadeleşmeyi gerçekleştirme düşüncesi Yeni Lisan’ın en temel ülküsü olmuştur. Bu hareketin öncüleri, Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp 'tir.
Bu hareketin prensiplerini ortaya koyan ilk makale Ömer Seyfettin tarafından «Yeni Lisan» adıyla hazırlanır. Yeni Lisan makalesinin en önemli yönü bir milli dil arayışında olmasıdır. Türk dili yüzlerce yıllık süreçte Arapça, Farsça ve Fransızcanın etkisinde kalarak doğallığını kaybetmiştir.
Ömer Seyfettin, Türk dilinin yabancı dil kurallarından kurtulması ve konuşma diliyle yazı dilinin birleştirilmesi gerektiğini savunur:
Yeni Lisan Programı’nda yer alan ana prensipleri şöyle özetleyebiliriz:
1.Arapça ve Farsça dil bilgisi kurallarının kullanılmaması ve bu kurallarla yapılan tamlamaların bazı istisnalarla kaldırılması,
2.Arapça sözcüklerin dil bilgisi bakımından asıllarına göre değil, Türkçedeki kullanışlarına göre değerlendirilmesi,
3.Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçede söylendikleri gibi yazılmaları,
4.Bütün Arapça ve Farsça kelimelerin atılmasına lüzum olmadığından, ilmi terim olarak Arapça kelimelerin kullanılmasına devam edilmesi,
5.Diğer Türk lehçelerinden kelime alınmaması,
6. Konuşmada İstanbul ağzının esas tutulması.
Tarih Boyunca Türkçenin Yazısı
1300 yıllık tarihi boyunca Türk dilinin değişik dönem ve çevrelerinde Köktürk, Soğd, Uygur, Mani, Brahmi, Süryani, Arap, Grek, Ermeni, İbrani, Latin ve İslav alfabeleri gibi başlıca 12 alfabe ile yazmıştır. Geniş ölçüde kullanılan alfabelerin sayısı ise beşi bulur:
Köktürk, Uygur, Arap, Latin ve İslav
Türklerin Kullandığı Alfabeler
Köktürk Alfabesi- Soğd Alfabesi- Mani Alfabesi
Köktürk Alfabesi
Türklerce kullanılan ilk alfabe İskandinav runik yazısına benzediği için eski Türk runik yazısı olarak da adlandırılan Köktürk ya da Orhun-Yenisey alfabesidir. Bu alfabe, ünlü işaretleri bakımından yetersiz fakat ünsüz ve hece işaretleri bakımından zengin bir alfabedir.
Uygur Alfabesi
Türklerin runik yazıdan uzun süre ve geniş ölçüde kullandıkları alfabe Uygur alfabesidir. Kutadgu Bilig’in 1439’da Herat’ta istinsah edilen Viyana nüshası Uygur alfabesi ile yazılmıştır.
Arap Alfabesi
Altay Türkleri, Yakutlar, Çuvaşlar, Karaimler, Gagavuzlar gibi küçük Türk toplulukları dışında bütün Müslüman Türk zümreleri İslam dininin Türkler arasında yayılmaya başladığı 10. yüzyıldan 20. yy ortalarına kadar bu alfabeyi kullanmışlardır.
Bugün Irak, Kerkük’te yaşayan Türkler ve Uygur Türklerinden başka Arap alfabesini kullanan Türk topluluğu yok gibidir.
Latin Alfabesine Geçmeden Önce
- Dünya ticaret yazısı
- Banka ve kredi kurumlarının yazısı
- Uluslararası ulaştırmada kullanılan yazı
- Posta ve telgraf işleri
Alfabe Tartışmaları
Türk dünyası, tarihinin en köklü devrimlerini yaşamaya başladı; yazı devrimi için en elverişli ortama kavuştu.
İlk kez Yakut Türkleri 1918 yılında,
Azerbaycan Türkleri 1922 yılında,
1928’de Nogay’lar,
1929’da Kırım,
1928’de Özbekistan Türkleri Lâtin harflerini kullanmaya başlamışlardır.
Böylece 20. yüzyılda Lâtin alfabesi Türk dilleri konuşanların genel alfabesi olmuştur.
Cumhuriyet Dönemi
1924 halifeliğin kaldırılması, kılık kıyafet devrimi, tekke ve zaviyelerin kapatılması,
1925 Şeyh Sait ayaklanması,
1926 İzmir suikastı sebebiyle iç olaylarla ilgilenmek zorunda kalır. O yıllarda Atatürk alfabe işine pek zaman ayıramaz.
1927 yılında ise Atatürk kendisini ünlü «Nutuk» adlı eserine verir.
Alfabe işine ancak 1928 yılında eğilebilir. Türkiye, yeni yazıya geçmek için artık Atatürk’ten son bir işaret bekler.
Türkiye, düşman işgalinden kurtulduğu vakit, İstanbul gazetecilerinden bir grup, 12 Eylül 1922 günü İzmir’e gelir. Bunlar arasında, Meşrutiyet döneminde Latin yazısının alınmasını savunmuş olan Hüseyin Cahit Yalçın da vardır. Mustafa Kemal Paşa ile karşılaşır karşılaşmaz tez canlılıkla ortaya atılır. “Niçin Latin yazısını almıyoruz?” diye sorar. Daha çizmelerinin tozunu silmeye bile vakit bulamamış olan başkumandan, “Daha zamanı gelmemiştir.” yollu ters bir yanıt verir. Sonradan neden böyle bir ters yanıt verdiğini Falih Rıfkı Atay’a anlatır:
⁃ “ Hüseyin Cahit bana zamansız bir iş yaptırmak istiyordu. Yazı inkılâbının zamanı daha gelmemişti” der. Atatürk, “Latin yazısı alınamaz” dememiş, “Zamanı daha gelmemiştir.” demiştir. Yoksa yazı devrimini çoktan kafasına koymuştu.
Yeni Harflerin Kabulü
Dil encümeni üyesi Falih Rıfkı Atay 1 Ağustos 1928 günü, İstanbul’da Dolmabahçe sarayında yeni “Türk Alfabesi” projesini Atatürk’e sundu. Kendisi bunu şöyle anlatmaktadır:
Tasarıyı, yeni alfabe projesini Dolmabahçe sarayında Atatürk’e götürdüm. Uzun uzadıya inceledi, beğendi ve bana,
⁃ Yeni yazıyı ne kadar zamanda mekteplere ve halka mal etmeyi düşünüyorsunuz? diye sordu.
⁃ Arkadaşlar beş ile on beş yıl arasında bir mühlet düşünmektedirler. İlkokullarda ilk yıllarda iki alfabe birlikte okunmalı, gazeteler yarım sütundan başlayarak yavaş yavaş bütün metni yeni yazıya çevirmeli, diyorlar. Bununla beraber bir mühlet tespit etmek ve tatbiki şekillerini tayin etmek komisyonun vazifesi değildi, cevabını verdim.
⁃ Ya üç ayda, ya hiçbir zaman! dedi.
⁃ Üç ayda mı? Yüzüne baka kalmıştım.
⁃ Çocuğum, dedi, gazetelerde beş yıl sonra yalnız yarım sütun mu eski yazı kalacak? Herkes o yarım sütunu okur. Beş yıl içinde harp gibi bir buhran çıkarsa bizim yazı da Enver yazısının akıbetine uğrar.
Atatürk kararını vermişti. Üç ayda yeni yazıya geçirecekti.
Türk yazı devrimi Gülhane söylevi ile başlar.
Türk Dil Encümeni tarafından 1928 yazında hazırlanıp bastırılan Yeni Türk Alfabesi –Açıklamaları Arap harfleriyle yapılmıştır.
Türk basını da hızlı bir şekilde yeni yazıya geçer. 21 Kasım 1928 tarihli Milliyet gazetesinin birinci sayfasının tamamı yeni Türk harfleriyle basılmıştır. Son sayfası ise eski yazı ile basılmıştır.
Yeni harflerin halka öğretilmesi konusunda sadece konferanslar verilmemiş çeşitli hazırlıklar yapılmıştır.
ØYine dönemin teknik imkânları da kullanılarak yeni alfabenin yaygınlaştırılma çalışmaları yapılmıştır. Bu girişimlerden biri de harflerin daha kolay öğrenilmesini sağlamak amacıyla “Harf Marşı”dır.
Øİstiklal Marşı’nın bestecisi ve Cumhurbaşkanlığı Orkestra Şefi Zeki Üngör tarafından “Harfler Marşı” bestelenmiştir. Seslilerden sessizlere doğru 29 yeni harfin sıralandığı beste hem marş olarak söylenmiş hem de piyanoyla çalınmıştır.
ØYasanın çıkması beklenmeden yeni yazı ülkeye yayılmıştı. Devlet daireleri, okullar, basın yeni yazıya geçmişlerdi. Yasa, bu durumu hukuki temele oturtup pekiştirdi. Bir iki ay gibi kısa süre içinde yeni yazıyı kullanma zorunluluğu getirildi.
ØBasın 1 Aralık 1928’de yeni yazıya geçmek zorundaydı. Gerçekten Türk harfleri yasasının çıkışından sonraki iki ay içinde, 1928 sonunda, Türk yazı devrimi tamamlanmış oldu. Arap yazısı Türkiye’de tarihe karıştı. Yeni Türk harfleri Türkiye’ye egemen oldu.
İslav alfabesi
Grek alfabesi kökenlidir. 9. yy sonlarında Kiril adlı Bizanslı bir din adamı tarafından eski kilise İslavcısı için düzenlenen bu alfabe zamanla bazı değişikliklere uğrayarak günümüze kadar gelmiştir.
TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE TÜRKÇE ASILLI KELİMELERDE GÖRÜLEN BAŞLICA SES ÖZELLİKLERİ
ØTürkçe kelimelerde üç çeşit ses uyumu görülür: Ünlü uyumu, ünlü-ünsüz uyumu ve ünsüz uyumu. Ünlü uyumu, kalınlık-incelik uyumu ve düzlük yuvarlaklık uyumudur.
ØTürkçede o, ö ünlüleri sadece ilk hecede bulunur. Bir kelime ilk hece dışında «o, ö» ünlüleri barındırıyorsa o kelime (-yor eki istisna) Türkçe olamaz: doktor, balon.
İlk hecesinde «o, ö» bulunduran kelimeler Türkçedir: orta, oyuncak, özlem
Birleşik yapılı kelimeler bu kuralın dışındadır: karakol, tepegöz
ØTürkçe asıllı kelimelerde uzun ünlü yoktur. Türkçeye Arapça ve Farsçadan girmiş kelimelerde uzun ünlü vardır: âşık, karargah, milli vb.
Bugün Türkçede Düzeltme İşareti Şu Durumlarda Kullanılmaktadır:
Yazılışları aynı, anlamları ve okunuşları farklı kelimeleri ayırt etmek için düzeltme işareti kullanılır: kar-kâr, hala-hâlâ
Arapça ve Farsça kökenli kelimelerde k ve g ünsüzlerinden sonra gelen a ve u seslerinde düzeltme işareti kullanılır: kâğıt, hikâye
Alıntı kelimelerde l ünsüzünden sonra gelen a ve u seslerinde düzeltme işareti kullanılmaz: lakin, lazım, reklam, selam
Kişilerin ve yerlerin resmi kayıtlara geçmiş adlarında bulunan düzeltme işaretine uymak gerekir: Hasan Âli Yücel, Lâpseki
Nispet eki olan «î» için de düzeltme işareti kullanılır: askerî, millî
Bu durumlar dışında düzeltme işareti kullanmadığımız için Arapça ve Farsçadan dilimize giren uzun ünlülü kelimeleri duyarak öğreniriz. Örneğin; cahil, tarih, mahir, cumhuriyet, intihar, temayül vb. kelimelerin uzun ünlülü olduklarını ve bu yüzden de Türkçe olamayacaklarını biliriz.
Türkçede iki ünlü yan yana bulunmaz. Sadece hece içinde değil, kelime içinde de iki ünlü yan yana olamaz. Bu yüzden aile, saat, şiir kelimeleri Türkçe değildir.
- Türkçe kelimelerde f, h, j ünsüzleri bulunmaz. Bir kelimede bu ünsüzler varsa o kelime Türkçe değildir: misafir, tarif, fren, felsefe, tarih, jeton, ajan…
Ses değişimine uğradığı ya da yansıma kelime olduğu için Türkçe olduğu hâlde içinde f ve h ünsüzü barındıran kelimeler vardır: ufak, yufka, öfke, tüfek kelimeleri ile of, puf, öf ünlemleri ve püfür püfür, fısıl fısıl gibi yansımalar, içinde «f» bulundurmasına rağmen Türkçedir.
Bazı kelimelerdeki «h»ler Eski Türkçe «k» ünsüzüyledir ve zamanla ses değişimine uğramıştır. Hani (kanı), hangi (kangı), daha (takı), hatun (katun) kelimeleri, horlamak ve hüngür hüngür gibi yansımalar da Türkçedir.
Türkçede ince a ve l yoktur: hakikate, alkolik, lazım, lamba, normal kelimeleri, içinde ince a ve l bulunduğu için Türkçe değildir.
Türkçede ayın ve hemze bulunmaz. Bu kelimelerden önce ünlü bulunması durumunda ünlü, uzun okunur: mânâ
Hemze ve ayın bulunduran kelimeleri kesme işaretiyle ayırma eğilimi vardır. Ancak son zamanlarda bu yazımdan vazgeçilmiştir: neş’e, mes’ele, san’at, ma’na vb
Türkçe kelimelerin başında c, ğ, l, m, n, v, r, z ünsüzleri bulunmaz: Bu durumda cahil, cinayet, cesur, cam, cuma, lira, limon, lale, lüle, misafir, masa, münakaşa, niyet, nefis, vücut, rahat, rica, ruj, ziyaret, zayıf, zeytin kelimeleri Türkçe olamaz.
«n» ve «v» ile başlayan bazı kelimeler Türkçedir: Soru sözleri «ne, niçin, nasıl, neden, nereye, nerede, nice» ile «var, varmak, vermek, vurmak» kelimeleri Türkçedir.
Türkçe bir kelimenin sonunda b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz. O hâlde psikolog, lig, tac Türkçe değildir. Yalnız «ad, od, öd, sac» kelimeleri istisnadır.
Sonunda bu ünsüzleri bulunduran pek çok alıntı kelime, Türkçe kurallara uygun hale getirilerek kullanılmıştır. Örneğin; Arapça kitab>kitap, ilaç>ilaç
Türkçe bir kelimenin başında iki ünsüz bulunmaz: spor, program, psikoloji, grev kelimeleri Türkçe değildir.
Bazı alıntı kelimeler başlarına bir ünlü getirilerek Türkçeye uydurulmuştur: istasyon, iskele, istatistik…
Türkçe bir kelime ve hecenin sonunda ancak şu çift ünsüzler bulunabilir: lç (ölç), lp (alp), lt (alt), lk (ilk), nç (sevinç), nt (ant), nk (denk), rç (sürç), rk (Türk), rp (sarp), rs (pars), rt (ört), st (üst). Bunlar dışındaki ünsüz çiftler, kelimenin Türkçe olmadığını gösterir: aşk, çift, modern vb.
Türkçe bir sözcüğün kökünde üç ünsüz yan yana bulunmaz. O hâlde telgraf, elektrik, stres, orkestra Türkçe değildir.
Türkçe bir sözcüğün kökünde aynı cinsten iki ünsüz yan yana bulunmaz. Cennet, millet, kubbe, tüccar, kuvvet Türkçe değildir.
Anne (ana), elli (elig) kökünde ikiz ünsüz barındırmasına rağmen Türkçedir.