TÜRK INKILAP TARİHİ

Trablusgarp Savaşı

İtalya da diğer devletler gibi sömürge elde etme politikasına yöneldi.

Diğer devletler çoktan sömürge elde ettiği için İtalya’ya kalan yerler Osmanlı Devleti’ne ait olan yerlerdi.

İtalya, işsiz ve yoksul sınıfını aktarmak için Trablusgarp’ta etkinlik kurmaya çalıştı, Barışçıl İşgal politikası izledi.

Roma Bankası’nın desteğiyle o bölgede fabrikalar, iş yerleri kurulmaya başlandı ve gerekirse silahlı bir saldırıya zemin hazırlaması amacı güdüldü.

Trablusgarp’ta yaptıkları kazı çalışmalarının asıl amacı arkeolojik kalıntı bulmak değil, bölgeyi tanımaktı.

İtalya, Trablusgarp’a yerleşmek için: Rusya ve Avusturya-Macaristan’ın Balkanlar’daki menfaatlerini kabul etmiştir.

Padişah 2. Abdulhamit bölgeyi dikkatli izlemiş ve komutanlar göndermiş, silahlanmıştır.

Ancak çıkan Yemen isyanına buradaki askerler gittiği ve yerine yenileri gelmediği için İtalya’ya fırsat doğmuştur.

İtalya, Trablusgarp’ın Osmanlı tarafından geri bırakılmasını ve oradaki İtalyan ve yabancılara kötü davranıldığını gerekçe göstererek Osmanlı’ya ultimatom vermiştir.

Aralarında Enver Paşa ve Mustafa Kemal’in bulunduğu subaylar gizlice Trablusgarp’a giderek İtalyanlara karşı direnişi örgütlediler.

İtalya beklemediği bir direnişle karşılaştığı için Rodos ve On İki Ada’yı da işgal ederek Osmanlı Devleti’ni barışa zorladı.

Bu savaş devam ederken Balkan Savaşı da başladığı için Osmanlı Devleti barış istemek zorunda kaldı.

Ouchi Anlaşması ile Trablusgarp’ı İtalyanlar aldı. Rodos ve On İki Ada’yı iade edeceklerdi ancak 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla beraber iade etmediler. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İtalyanlar tarafından Yunanistan’a bırakıldı.

2.Balkan Savaşları

Ağır yenilgisi ve sonuçlarından dolayı yakın tarihimizin en dramatik olaylarından birisi.

Bir zamanlar bağlı oldukları devletten ayrılarak bağımsız olan Balkan devletleri, sınırlarını aynı devlete karşı genişletmişlerdir.

Osmanlı Devleti, Trablusgarp’ta İtalya ile savaşırken Karadağ savaş ilan etti. Daha sonra Sırplar, Bulgarlar ve Yunanlılar savaşa katıldı.

Avrupa devletleri savaşı Osmanlı’nın kazanacağını düşündüğü için sonuç ne olursa olsun statükonun değişmeyeceğini ilan ettiler ancak bu dediklerine uymadılar.

Osmanlı Devleti Doğu’da Bulgarlarla, Batı’da Sırplarla savaştı.

Savaşa büyük olumsuzluklar ile girildi. Ordu’nun bir kısmı terhis edilmişti, subaylar arasında siyasi görüş ayrılıkları vardı, ordu siyasete bulaşmıştı, ordunun lojistiğini sağlayacak imkanlar yetersizdi…

Edirne ve Trakya Bulgarların eline geçti. İşkodra ve Manastır, Sırplarla birleşen Karadağlılar tarafından işgal edildi. Selanik ve On İki Ada hariç Ege Adalarını Yunanlılar işgal etti ve Girit’in Yunanistan’a katıldığını ilan ettiler.

Arnavutlar bağımsızlıklarını ilan etti.

Türk halkı Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı.

Osmanlı Hükümeti ateşkes imzaladı ama Yunanistan ve Karadağ mütarekeye yanaşmadığı için bir dünya savaşı tehlikesinin ortaya çıktığını gören Almanya ve İngiltere, Londra’da bir konferans topladı.

1.Balkan Savaşı’nın barış görüşmeleri devam ederken, Enver Bey ve arkadaşları Osmanlı Hükümet merkezi Bab-ı Aliyi basarak idareyi ele aldılar.

Bu olaydan dünya savaşının sonuna kadar geçen dönemin tek hakimi olarak İttihat ve Terakki, bütün yönetimi ele aldı.

Balkan devletleri; Edirne ve Rumeli’nin tamamını ve bazı adaların kendilerine verilmesi konusunda ısrarcı oldu. Osmanlı kabul etmediği için konferanstan sonuç alınamadı.

Konferansın kesintiye uğradığı dönemde savaş yeniden başladı. İttihat ve Terakki içeride yaptığı darbeyle yönetimi ele aldı ve barış görüşmeleri için görüşmelere müracaat etti.

Bundan sonra imzalanan Londra Antlaşması ile Gelibolu yarımadası dışındaki tüm Trakya, Edirne de dahil olmak üzere Bulgaristan’a bırakıldı.

Balkan devletleri, Osmanlı mirasını paylaşma konusunda anlaşamadılar. Bulgaristan’ın hak ettiğinden fazlasını aldığına inana Yunanistan ve Sırbistan, Bulgar ordularını hezimete uğrattı. Romanya da Bulgaristan’a karşı savaşa girince Enver Paşa komutasındaki Türk ordusu Edirne’yi geri aldı.

Savaşı sona erdiren İstanbul Antlaşması ile Edirne, Kırklareli ve Dimetoka, Osmanlı Devleti’ne kaldı.

Bulgaristan’da kalan Türklere eşit haklar verildi ve 4 yıl içerisinde Türkiye’ye göç etme hakları kabul edildi.

Atina Antlaşması ile Girit’in Yunanistan’a bırakılması kabul edildi.

Rumeli toprakları tamamen kaybedildi, Arnavutluk bağımsız bir devlet oldu.

1.Dünya Savaşı

Savaşı Hazırlayan Gelişmeler

Avrupa devletleri itilaf ve ittifak bloklarına ayrıldı. Sebepleri:

  • Fransız İnkılabı’nın getirdiği yeni dünya görüşleri, milliyetçilik hareketleri

  • Sanayi İnkılabı’ndan sonra ortaya çıkan hammadde ihtiyacı ve bu yüzden ortaya çıkan sömürgecilik

  • Üretilen malların pazarlanmasının yarattığı problemler

  • Almanya ve İtalya’nın da sömürgecilik yarışına katılması

  • Balkanlardaki çalkantılar

  • Fransa ile Almanya arasındaki Alsas-Loren sorunu

  • Silahlanma yarışının hızlanması

Bloklaşma, Almanya ile Avusturya-Macaristan arasında yapılan antlaşma ile başladı. Rus tehdidine karşı yapıldı ve İtalya da katıldı.

İngiltere ve Fransa, Almanya’nın ciddi bir tehlike haline gelmesi ve Orta Doğu coğrafyasındaki avantajını korumak için ittifak antlaşması imzalandı. Bu ittifaka Ruslar da katıldı.

2.Wilhelm, Bismarck’ın barışçı siyasetini terk ederek, Almanya için “Hayat Alanı” politikası izlemeye başladı.

Rusya, Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın pangermenizm politikasını, panslavizm politikasına tehdit olarak gördü. İstanbul ve Boğazları ele geçirmek için İngiltere ve Fransa ile işbirliğine yöneldi. Bu yüzden Talat Paşa’nın ittifak teklifini geri çevirdi.

İngiltere ve Rusya, Osmanlı’nın ittifak tekliflerini kabul etmediği için Almanya ile ittifaka yöneldi.

Bloklaşmanın kuruluş aşamasında İtilaf: İngiltere, Rusya ve Fransa - İttifak: Almanya, Avusturya-Macarista ve İtalya.

İtilaf devletleri sömürgeciliğe çoktan başlamış devletler. İttifak devletleri bu yarışa daha sonradan katılmış devletler. İtilaf Devletlerinin sömürgesinde olan bölgelere nüfuz etmek isteyenler.

Bloklar arasında savaşı başlatan olay, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahdının Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi ama zaten Balkan devletleri arasındaki çekişmeler, Avusturya-Macaristan ile Rusya’nın arasındaki rekabetten dolayı Balkanlar kaynayan kazan halindeydi.

Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girişi

İttihat-Terakki Hükümeti, savaşın kaçınılmaz olduğunu fark ettiğinde İngiltere ve Fransa ile uzlaşmaya çalışırken Almanya ile de ilişkilerini aynı ölçüde sıkı tutmaya devam etti.

İngiltere ile yapılan görüşmelerde ittifak için temel beklentisi toprak bütünlüğünün garanti altına alınmasıydı. İngilizlerin, bunun ancak savaş sonunda görüşüleceği konusundaki ısrarı kuşkulara yol açtı bu yüzden Almanya ile yakınlaştı Osmanlı.

Savaşın başlarında Osmanlı tarafsızdı ancak Enver Paşa Almanya ile gizli bir anlaşma imzaladı. Rusya ile Avusturya arasındaki bir savaşta Almanya Avusturya’ya yardıma giderse Osmanlı da savaşa girecek ve Almanya, Osmanlı’yı Rusya’ya karşı koruyacaktı.

Bu anlaşmadan sonra Akdeniz’deki iki Alman savaş gemisi İngiltere donanmasından kaçarak Osmanlı’ya sığındı.

Yavuz ve Midilli adları verilen ve devlet tarafından satın alındığı açıklanan bu gemiler Karadeniz’e gönderilerek geçici bir çözüm bulundu.

Bunun İngilizlerin taktiği olduğu yönünde görüşler vardır. Güçlü Alman gemileri Osmanlı’ya kazandırılmıştır bu sayede ve Osmanlı’nın eli Rusya’ya karşı güçlenmiştir. Çünkü İngilizler her ne kadar Rusya ile ittifakta olsa da boğazların Rusya hakimiyetine geçmesini istemiyorlardı.

Avrupa devletlerinin tanımadığı bir kararla, Osmanlı Devleti kapitülasyonları kaldırdığını ilan etmiştir. Buna ilk tepki gösteren devletlerin Almanya ve Avusturya-Macaristan olması müttefiklerin Osmanlılar hakkındaki niyetlerini gösterir.

Yavuz ve Midilli, Rus limanlarını topa tutarak burada bir Rus bir de Fransız gemisini bastırdı. Osmanlı hükümeti ve padişahından habersiz yapıldı bu saldırı. Bunu fırsat gören Rusya, İngiltere ve Fransa da Osmanlı’ya karşı savaş ilan etti. Daha sonra da Osmanlı savaş ilan etti.

Osmanlı Devleti’nin Almanya yanında savaşa girme sebepleri:

  • Sultan 2. Abdulhamit döneminde Almanya’nın Osmanlı Devleti üzerinde etkisi arttı.

  • Alman askeri uzmanları aracılığıyla Türk ordusunu modernleştirme çabaları İttihatçılar zamanında da devam etti.

  • Türk-Alman ilişkilerinin iyi olması.

  • Devleti yöneten ittihatçıların bu savaşı Osmanlı için kurtuluş savaşı olarak görmüş olması.

  • İngiltere ve diğer Avrupa devletlerinin politikaları.

  • Avrupa devletlerinin kapitülasyonlar ve Düyun-u Umumiye ile ekonomik baskı uygulamaları, devletin parçalanmasına yönelik siyasetleri, İttihat ve Terakki’yi daha aktif bir politika izlemeye zorladı.

  • Enver Paşa ve arkadaşları, Almanya’nın kazanacağını ve bu sayede Avrupa devletlerinin baskılarından kurtulacaklarını düşündü.

  • Rusya’nın yenilmesiyle esaret altında yaşayan Türklerin kurtulacağı ve Turan ülküsünün gerçekleştirileceği düşünüldü.

  • Balkanlardaki toprak kaybının telafi edileceği düşünüldü.

Almanya neden Osmanlı ile savaşa girdi:

  • Savaşı geniş coğrafyaya yaymak istemeleri

  • Türklerin savaşçılığından ve padişahın halife sıfatından faydalanmak istemeleri

İsmail Enver Paşa:

  • Bab-ı Ali baskınına katıldı.

  • 2. Balkan Savaşı’nda Edirne ve Kırklareli’nin kurtarılmasında önemli rol oynadı.

  • Padişah’ın torunu ile evlenerek Harbiye Nazırı oldu.

  • Orduda bazı düzenlemeler yaptı, Fransız modeli yerine Alman tarzını uyguladı.

  • 1. Dünya Savaşı yenilgisinden sonra İttihat ve Terakki üyeleri hakkında çıkan yakalatma emri üzerine Alman denizaltısıyla önce Almanya’ya daha sonra Rusya’ya kaçtı.

  • Anadolu’daki Milli Mücadele hareketine katılmak istedi ancak kabul edilmedi.

  • Rusya’da Türkistan’ın kurtarma hareketini başlattı.

Türk Ordusunun Savaştığı Cepheler

Kafkas Cephesi: Rusya, Kuzey Anadolu’yu işgale başladı. Rusları durdurmak ve bu devleti savaş dışı bırakarak Turan ülküsünü gerçekleştirmek amacıyla Enver Paşa, Sarıkamış harekatına girişti. Kış şartlarında başarısızlıkla sonuçlandı ve 90 bin kişilik ordunun sadece 12 bini geri dönebildi. Allahuekber dağlarında başlayan taaruz başarısız oldu. Rus birlikleri Trabzon, Erzurum, Muş ve Bitlis’i işgal ederek Erzincan’a kadar ilerledi. Doğu Anadolu bölgesinde yoğun olarak yaşayan Ermeniler, Ruslarla işbirliği yaparak Türk ordusuna ve sivillere saldırdı. Cephe gerisi güvenliğini sağlamak amacıyla Tehcir kararıyla Suriye ve Lübnan’a gönderildiler. Güvenlik sağlandıktan sonra Türk birlikleri tekrar ileri harekata başladı, Mustafa Kemal Paşa’nın komutanlığını yaptığı 16. Kolordu Muş ve Bitlis’i işgalden kurtardı. Savaşı sona erdirmek için Erzincan Mütakeresi imzalandı. Böylece Kafkas cephesindeki savaş sona erdi.

Kanal Cephesi

Filistin Cephesi: Kanal Harekatı başarısızlıkla sonuçlandığı için savaşın ağırlık noktası bu bölgeye kaydı. İngiltere, Mekke Emiri ile anlaşarak onlara Suriye, Irak ve Hicaz’ı içine alan bir Arap Devleti kurma sözü verdi. Aynı zamanda Siyonistlere de Filistin’de bir devlet kurma sözü verdi. Böylece İsrail Devleti’nin kurulması için gerekli zemin hazırlandı ve Filistin Meselesi olarak bilinen olayların tohumları atıldı. İngilizler Kudüs’ü ele geçirdi, Mustafa Kemal Paşa’nın komuta ettiği 7. Ordu mevzilerini başarıyla savunmuştur. 8. Orduyu bozan İngilizler, Mustafa Kemal Paşa’nın ordusunu da yok etmek istediler, bunu anlayan Mustafa Kemal Paşa, İngilzler’e karşı başarılı savaşlar vererek ordusunu imhadan kurtardı.

Irak Cephesi

Çanakkale Cephesi: İtilaf devletlerinin bu cepheyi açma sebepleri İstanbul’u ele geçirerek Osmanlı’yı savaş dışı bırakıp kolay bir zafer kazanmaktı. Müttefikleri Rusya’ya askeri malzeme yardımı göndermek de bir diğer nedendi.

Çanakkale Boğaz’ına asıl saldırılar İngiliz ve Fransız donanmalarının Kumkale ve Seddülbahir tabyalarını dövmeleriyle başladı. Dünyanın en güçlü donanmanın saldırılarına Türkler yetersiz toplarıyla karşılık vermeye çalıştılar.

Fransızlar Anadolu yakasını, İngilizler de Rumeli yakasını döverek boğazdan geçmek için harekete geçtiler. Türk birlikleri bir gece öncesinde Nusrat mayın gemisiyle boğaza mayın döşedi.

İngiliz ve Fransız donanmaları, Türk topçusunun isabetli atışları karşısında şaşkınlığa uğradı ve ağır kayıplar verdiler. Agamemnon, Queen Elizabeth gibi güçlü gemilerinin bulunduğu 7 gemisini kaybeden İtilaf devletleri, boğazı geçemeyeceklerini anlayınca donanmalarını geri çektiler.

Daha sonra başlayan kara savaşlarında Anadolu yakasında, Seddülbahir’de, 1. Kirte Muharebelerinde İngilizler büyük kayıp verdi.

Anafartalar, Kocaçimen, Conkbayırı, Arıburnu; Albay Mustafa Kemal’in komutasındaydı ve olağanüstü başarılar kazandılar.

Seyit Onbaşı da bu cephede savaşanlar arasındaydı.

Çanakkale Cephesi sonucunda, İtilaf Devletlerinden yardım alamayan Çarlık Rusya’nın çöküşü hızlanmıştır.

Bu savaşın subay ve er kadrosu Milli Mücadele’de de yer almıştır.

Çanakkale Muharebeleri’nin diğer sonuçları:

  • Çanakkale geçilemedi, Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakamadılar, savaş en az iki yıl uzadı

  • İtilaf devletleri beklemedikleri ağır bir yenilgiye uğradı (Balkan Savaşı esnasında Türk ordusunu perişan görmüşlerdi)

  • İstanbul işgalden kurtuldu

  • Rusya’ya silah yardımında bulunamadılar ve Rusya’dan gelecek tarım ürünlerini Avrupa’ya gönderemediler. Açlık ve sefaleti önleyemediler.

  • Rusya’da çıkan ihtilalde İngiltere ve Fransa müttefikleri Çar’a yardım edemedi, Çarlık yıkıldı.

  • Türklere moral kaynağı oldu.

Hicaz Cephesi

Galiçya

Ermeni Meselesi

Osmanlı Devleti’nde müslüman topluluklar arasında Araplar, müslüman olmayanlar arasında Ermeniler ayrıcalıklıydı. Araplar “kavm-i necip” (seçkin millet), Ermeniler “tebaa-yı sadıka” (sadık millet) olarak görülmüşlerdir.

Ermeniler, Fransız İhtilali’yle beraber yaygın hale gelen milliyetçilik düşüncesinin etkisiyle ve diğer devletlerin tahrikleriyle kendi devletlerini kurmak için teşkilatlar kurmaya başlamışlardır.

Avrupa devletleri, kendilerine mezhep veya ırk olarak yakın gördükleri bir topluluğu himayelerine alarak Osmanlı Devleti’nin içişlerine müdahele etmişlerdir. Rusya da, Doğu Anadolu bölgesini devletten kopararak Akdeniz’e hakim olmak için Ermenileri kendi yanlarına çekmek istemiştir.

Avrupa devletlerinin, Şark Meselesi olarak bilinen Türkleri Avrupa’dan atıp Anadolu’yu paylaşma ve parçalama siyasetinde Ermenilere önemli rol düşüyordu.

Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşmasıyla Ermeni meselesi ilk defa Rusya tarafından gündeme sokulmuştur.

Berlin Kongresi sonunda imzalanan antlaşma, Ermenilerin yaşadıkları yerlerde ıslahat yapılmasını öngörmekteydi. Bundan sonra başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletleri, Osmanlı Hükümeti’ne, Ermenilere uygulanacak reformlar hakkında projeler vermeye başladılar.

Osmanlı Devleti’ndeki diğer azınlıklar, bağımsızlıklarını kazanmak için çoğunlukla oldukları yerde isyan çıkarmıştır. Ermeniler ise, yoğun olarak yaşadıkları yerlerde isyan çıkarmakla yetinmeyerek terörist eylemlere de başvurmuşlardır.

Ermeni isyanlarının bir amacı da, Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’ne müdahalesini sağlamaktı.

Erzurum’da patlak veren olaylar ilk Ermeni isyanı olarak kabul edilir. İsyanı bastırmak için alınan önlemleri Avrupa’ya bir katliam olarak duyuran Ermeniler, İstanbul’da bir gösteri yaptılar. “Kumkapı Nümayişi” olarak bilinen bu gösterideki amaç, Avrupa devletlerinin dikkatini çekmek ve müdahale etmelerini sağlamaktı.

Ermeni İsyanları:

Bab-ı Ali Gösterisi: İstanbul’da hükümet merkezi olan Bab-ı Ali’yi basmaya karar veren Ermeniler isyan çıkarmıştır.

Zeytun İsyanı: Zeytun’da başlayan isyan (Kahramanmaraş) kısa süre içerisinde çevreye yayıldı.

  • Bitlis, Van, Diyarbakır, Trabzon, Ankara, Adana, Tokat’ta da isyan çıkartan Ermenilerin, İstanbul’daki Osmanlı Bankası’nı basmaları da üzerinde durulacak bir harekettir.

  • “Her gün memur gönderiyorum, bugün olmaz yarın diye savuruyorlar.” devletin geldiği küçük düşürücü noktayı gösterir. Ermeniler’e yaptıklarının cezasını bile veremez hale gelmişlerdi.

  • Ermeni olayları içerisinde son olarak padişah 2. Abdulhamit’e düzenlenen suikast vardır. Cuma namazı kılmaya giden sultanın arabasına yerleştirilen bombalar namazın bitişinde patlatıldı.

Bu çabaların devam ettiği dönemde yaşanan Trablusgarp ve Balkan Savaşlarından da faydalanmak istediler.

Bekledikleri fırsat, 1. Dünya Savaşı döneminde ortaya çıktı. Rusya’nın da teşvik ve tahrikiyle, Doğu Anadolu’daki otorite boşluğundan faydalanmak isteyen Ermeniler, Müslümanlara saldırmaya ve Türk köylerini yakıp halkı öldürmeye ve göçe zorlamışlardır.

Yaklaşık 200.000 Ermeni askeriyle Osmanlı İmparatorluğuna karşı İtilaf kuvvetlerinin tarafında savaştığı yazılmıştır.

Ermeni çeteleri Rusların öncülüğünde Van ve çevresini işgal edip geçici bir Ermeni hükümeti kurmuşlardır.

Doğu Cephesinde Türk askeri açlık, soğuk, hastalıklar, Rus ordularıyla ve onlarla işbirliği yapan Ermenilerle mücadele ederken hükümet, cephe gerisi güvenliğini sağlamak amacıyla daha etkili bir önlem alma yoluna gitmiştir. “Tehcir Kanunu” olarak bilinen kanun çıkarılmıştır.

Tehcir: Bir grubun zorla bir ülkenin sınırları dışına sürülmesi.

Ermeniler başka ülkeye değil, başka bir bölgeye göç ettirilmiştir.

Bu kanun savaşta İngiliz ve Fransızlarla işbirliği yapan Araplar için de uygulanmıştır. Bazı Ermeniler muaf tutulmuştur.

Ermenilerin nasıl göç ettirileceklerini düzenleyen talimatlar yayınlandı. Güvenlikleri, nakledilecekleri yerler, para yardımı, arazi ve mal yardımı, ev yapılması, trenle göç gibi kolaylıklar da sağlandı.

Ermeni meselesi, Mondros Mütakeresi’nden sonra yeni bir aşamaya gelmiştir. İtilaf devletleri, Osmanlı savaşı kaybedince denetimi ele alıp katliam belgeleri aramışlar ancak bulamamışlardır.

Ermenilerin Paris Barış Konferansı’nda Anadolu’da bir Ermeni devleti kurulması için yaptıkları propagandalar olumlu sonuçlanmıştır.

Sevr Barış Antlaşması’yla Türkiye’nin doğusunda bağımsız bir Ermenistan’ın kurulması öngörülmüştür.

Kurulan Ermenistan sınırlarının Doğu Anadolu’nun bir kısmını içine alacak şekilde genişletilmesi için saldırılarını artırmıştır. Kazım Karabekir tarafından da yenilgiye uğramışlardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin imzaladığı ilk anlaşma olan Gümrü Barış Antlaşmasıyla, bugünkü Ermenistan sınırımız tespit edilmiştir.

İstanbul Hükümeti, Ermenilerin göçünde görev alan kişileri daha sonra idam ettiği için, Anadolu milliyetçileri bu politikaya şiddetle karşı çıkmıştır. Ermeni tehciri ve öldürmeleri bahanesiyle tutuklu bulananların tahliyesine karar vermiştir.

Lozan Barış Konferansı’nda, Ermenilere Türkiye’de bir yurt verilmesi gerektiğini ileri sürenlere karşı İsmet Paşa, “Ermeni yurdu için Türk anayurdunda ayrılabilecek bir karış toprak yok.” demiştir. Lozan Barış Antlaşması’nda Ermenilerle ilgili herhangi bir madde konulmamıştır.

Ermenilerin devlete isyanında Rusya ve İngiltere’nin büyük rolü olmuştur.

Osmanlı bürokrasisindeki stratejik görevlerde 522 Ermeni bulunuyordu. Yani orduya sadık kalan, Daşnak ve Hınçak örgütleriyle herhangi bir bağlantısı bulunmayan veya Osmanlı hükümetine bağlılıklarını sürdüren Ermeniler görevlerinde kalmaya devam etti.

Ermeni Terörü

Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Ermeni sorunu, uluslararası ilişkilerde önemli bir konu olmaktan çıktı, Ermenilerin, Türkiye’ye karşı kendi başlarına yürüttükleri bir propaganda hareketi olarak devam ettirdi.

Başta Amerika olmak üzere tehcirle Türkiye’den ayrılmış olan Ermenilerin, atalarının yaşadıklarını “soykırım” olarak kabul edip buna göre örgütlenmelerinde, kimliklerini koruma amacı da bulunmaktaydı.

1965’in 1915 olaylarının 50. yılı oluşu sebebiyle Ermeni gösterileri, milliyetçi duyguları intikama yöneltti.

Ermeniler bakımından diğer bir hedef “Anavatan” olduğunu iddia ettikleri Doğu Anadolu bölgesinin de Sovyet Ermenistan’ına katılmasını sağlamaktı.

1970’ler, Ermenilerin, silahlı teröre yöneldikleri eylem dönemi oldu. Terörün alt yapısı olarak “mağdur ve ezilmiş halk” temasını önceki yıllarda iyi kullanan Errmeniler, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil etmekten başka hiçbir “suçları” olmayan Türk diplomatlarına ve yakınlarına terörist eylemlerde bulundular.

Seslerini silah ve terör eylemleriyle duyurmak isteyen diğer terör örgütleri gibi Ermeniler de masum Türk temsilcilerine saldırılar düzenlediler. “Soğuk Savaş”ın “düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkel anlayışıyla, Yunanistan, Kıbrıs Rumları, Lübnan, Sovyetler Birliği, Bulgaristan ve Fransa gibi ülkeler Ermeni terörüne destek verdiler.

Başta ASALA (Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu) olmak üzere Türklere terörist saldırı düzenleyen Ermeni terör örgütlerinin amacı; her fırsattan yararlanarak Türkiye’yi istikrarsızlığa sürüklemek ve sözde işgal altındaki Ermeni topraklarını kurtararak, “Bağımsız bir Ermenistan” kurmak, “Soykırım” iddiasını Türkiye’ye kabul ettirmek ve toprak tazminat isteklerini kabul ettirmek.

Ermeni terörünün artışında Türkiye’nin iç siyasetindeki istikrarsızlık da rol oynadı.

12 Eylül Müdahelesi’nden sonra alınan siyasi ve terör örgütlerini yuvalarında etkisizleştirme atağı ve Fransa gibi, daha önce terörist saldırılarına sempati besleyen ülkelerin desteklerini kesmesi sayesinde, 1980’lerin ortasında Ermeni terörü, etkisiz hale getirildi.

Bu dönemin ilk terörist eylemi, Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir’in bir Ermeni olan Mığırdıç Yanıkyan tarafından şehir edildi.

Gizli Antlaşmalar

İtilaf devletlerini bir araya getiren temel sebepler: -Sahip oldukları sömürgeleri korumak, -Osmanlı’nın hakimiyetindeki bölgeleri paylaşmak. Bu devletler, savaş devam ederken yaptıkları gizli antlaşmalar ile Osmanlı topraklarını paylaştılar.

Paris Barış Konferansı’nda İtilaf Devletleri, başta Orta Doğu bölgesi olmak üzere, hakim olmak istedikleri coğrafya için Manda uygulaması başlattılar.

İngiltere, Araplar’ın bağımsızlıklarını ve Hicaz Emiri Hüseyin’in bütün Arap yarımadasını, Suriye ve Irak’ı da içine alacak bir devlet kurmasını destekledi. Lakin samimi değildi çünkü aynı bölgeler için bir Yahudi devletinin kurulmasının hazırlıklarını yapıyorlardı.

Müttefikler, Rusya ile de gizli bir antlaşma imzaladı. Ruslar; İstanbul, boğazlar, Marmara denizinin batı kıyılarını ve Trakya bölgesini istediler.

İtalya da sömürgeciliğe yöneldi. İtalya’nın da istediği topraklar Osmanlı Devleti’ne aitti. Önceliği Doğu Akdeniz bölgesine verdi.

Londra Antlaşması ile İzmir ve Antalya dahil olmak üzere Batı Anadolu Bölgesi savaş sonunda İtalya’ya verilecekti.

St. Jean Maurienne anlaşması ile İzmir’in kuzeyi, Afyon’un güneyi, Kızılırmak’ın güney kavsi ve yakınları, Mersin’in batısından Akdeniz’e uzanan bir hattın içinde kalan Güneybatı Anadolu da İtalya’ya vaat edildi.

Ayvalık Körfezi, Balıkesir-Bursa’nın güneyinden Afyon’a varan dairenin içinde kalan bölge de İtalyan nüfuz sahası olarak belirlendi.

Fransa → Suriye - Adana

Sykes - Picot Antlaşması: Suriye - Adana - Mersin → Fransa, Bağdat - Basra - Dicle ve Fırat → İngiltere, Geri kalan topraklar → Arap devleti

Gizli Antlaşmaların Nedenleri:
  • Şark Meselesi’ni ya da başka bir ifadeyle Osmanlı topraklarını paylaşma sorununu çözüme kavuşturmak.

  • İtilaf Devletleri’nin birlik ve istikrarını sağlamak.

  • Savaş sonrası özellikle Osmanlı’yı parçalama konusunda anlaşmazlığa düşmemek.

  • İtalya’yı İtilaf safına çekmek.

  • Rusya’yı ise saflarında tutabilmek.

Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasını öngeren gizli antlaşmalar şunlardır:

  • İstanbul Antlaşması (18 Mart-10 Nisan 1915) | İngiltere, Fransa, Rusya

  • Londra Antlaşması (26 Nisan 1915) | İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya

  • Sykes-Picot Antlaşması (26 Nisan 1916) | İngiltere, Fransa

  • Petrograd Protokolü | İngiltere, Fransa, Rusya

  • Mc Mahon Antlaşması (1916) | Şerif Hüseyin, İngiltere

  • St. Jean De Maurıenne Antlaşması (17 Nisan 1917) | İngiltere, Fransa, İtalya

İstanbul Antlaşması (18 Mart-10 Nisan 1915) :

Çanakkale Savaşı devam ederken Rusya’nın Boğazlar konusunda tedirgin olması üzerine İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanmıştır.

Yapılan İstanbul Antlaşması’na göre;

  • Boğazlar Çarlık Rusya’ya bırakılacak.

  • Midye-Enez çizgisine kadar Trakya, Gelibolu Yarımadası, Sakarya Irmağı’na kadar Kocaeli Yarımadası ile İmroz ve Bozcaada savaştan sonra Rusya’ya bırakılacak.

İstanbul Antlaşması’nın önemi ise şunlardır:

  • Bu antlaşmayla artık diğer gizli antlaşmalar da başlamış oldu.

  • Rusya’nın taraf değiştirmesi önlendi.

  • İstanbul Antlaşması ile İngiltere ve Fransa ilk defa Rusya’nın boğazlar konusundaki isteklerini kabul etti.
    Çarlık Rusya yıkıldıktan sonra tekrar yapılan gizli
    antlaşmalar sonucunda ise boğazlar bölgesinin yönetiminin
    İtilafların ortak kontrolünde olmasına karar verildi.

Londra Antlaşması (26 Nisan 1915) :

Üçlü İtilaf Devleti ( İngiltere, Fransa, Rusya ) bu antlaşmayı İtalya’yı kendi saflarına çekmek için yapmıştır.

Londra Antlaşması’na göre;

  • Antalya, Rodos ve 12 Ada İtalya’ya bırakılacak.

  • Osmanlı’nın Libya üzerindeki halifelik hakları kaldırılacak.

  • Londra Antlaşması ile İtalya, İtilaf Devletleri’nin safına geçmiştir.

Sykes-Picot Antlaşması (26 Nisan 1916) :

Yapılan gizli antlaşmalar için en önemli olan bu diyebiliriz. Zira bu antlaşmayla Osmanlı Devleti’nin Arap toprakları sömürgeci devletler arasında pay edilmiştir.

İngiltere ve Fransa arasında yapılan bu antlaşmaya göre;

  • Adana ile Beyrut illeri; Halep, Harput ve Diyarbakır illerinin büyük kısmı; Şam ve Sivas illerinin bir kesimi ve Cebel-i Lübnan sancağının tamamı Fransa’ya bırakılacak.

  • Bağdat ve Basra illerini de içeren Güney Irak İngiltere’ye bırakılacak.

Sykes-Picot Antlaşması’nın önemi şunlardır:

  • Ortadoğu sömürgeci devletler arasında paylaşıldı.

  • Sömürgeci devletlerin yapay sınırlarla bölgenin tarihine, kültürüne ve sosyal yapısına aykırı olarak şekillendirdiği Orta Doğu bölgesi bu nedenle sürekli savaş ve çatışmalara sahne oldu.

  • Günümüzde Orta Doğu bölgesinin karşı karşıya kaldığı sıkıntıların temelinde bu antlaşma zihniyeti yatmaktadır.

Petrograd Protokolü :

Bu protokol İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalandı. Bu protokolle, İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’daki çıkarlarını kabul etmesi şartıyla Rusya’ya; Kafkas sınırına yakın yerler, yani Van ve Erzurum illeriyle Trabzon ve Bitlis illerinin doğu bölümleri; Sivas, Harput (Elazığ) ve Diyarbakır illerinin bir kısmı bırakılacaktı.

Mac Mahon Antlaşması:

Mısır’daki İngiliz valisi ile Şerif Hüseyin arasında imzalanan bu antlaşmaya göre;

  • Araplar İngiltere’nin yanında yer alacak.

  • İngiltere savaş sonunda Hicaz merkez olmak üzere bir Arap devletinin kurulmasına izin verecek.

Arapları Osmanlı Devleti’ne karşı savaştırmak isteyen İngilizler bu tür gizli antlaşmalar ile amaçlarına ulaşmıştır.

St. Jean De Maurıenne Antlaşması (17 Nisan 1917) :

İngiltere, Fransa ve İtalya arasında imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre; Antalya, Menteşe Sancağı ve Konya ilinin bir kısmı ile İzmir ve kuzeyi İtalya’ya bırakılacaktı.

İzmir’in İtalya’ya verilmesini istemeyceğini düşünen İngiltere, antlaşmanın geçerli olmasını Rusya’nın imzalamasına bağlı olduğunu belirtmiştir. Fakat bu antlaşma Rusya’nın kısa süre sonra savaştan çekilmesiyle Rusya tarafından imzalanamamıştır. Paris Konferansında İzmir’i Yunanistan’a bırakmak isteyen İngiltere’ye İtalya karşı çıkınca; İngiltere bu antlaşmanın geçersizliğini ileri sürmüştür.

Gizli Antlaşmalar İle İlgili Notlar:
  • Yunanistan bu antlaşmalara dahil olmadığı halde savaştan sonra toplanan Paris Barış Konferansı ile İzmir ve çevresini alarak Osmanlı topraklarının paylaşımına açıkça dahil olmuştur.

  • Rusya savaştan çekildiği için Osmalı’nın paylaşımına katılamamıştır.

  • Gizli antlaşmalardan umduğunu alamayan İtalya; İngiltere ve Fransa’nın arasını açmıştır.

  • Gizli antlaşmalar Wilson İlkeleri ile geçersiz hale gelmiştir.

  • Gizli antlaşmalar dünyaya ilk defa Çarlık Rusya’yı,
    İngiltere, Fransa ve İtalya’yı dünya kamuoyuna kötü
    göstermek isteyen
    Bolşevikler tarafından duyurmuştur.

Manda:

Fransızca olan manda sözcüğünün kelime anlamı “yetki, görev” demek.

İlk kez 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’nda gündeme geldi.

Milletler Cemiyeti Sözleşmesi’nin 22. maddesinde resmen tanımlandı.

A sınıfı mandalar: Osmanlı Devleti’nden ayrılan Arap ülkeleri. Irak ve Filistin → Büyük Britanya, Suriye → Fransa.

B sınıfı mandalar: Almanya’nın Afrika’daki eski sömürgeleri.

C sınıfı mandalar: Okyanusya’daki bazı adalar ve Güneybatı Afrika bölgesinde kuruldu.

Savaşın Sonunu Hazırlayan Gelişmeler

Makedonya’yı kaybetmiş olmaktan dolayı Balkanlardaki denge unsuru olma özelliğini kaybeden Bulgaristan, İttifak devletleriyle görüşmelerde bulunmuştur.

Almanya ve Avusturya ile anlaşan Bulgaristan’a bir ay içinde savaşa girme karşılığında Makedonya toprakları vaat edilmiştir.

Romanya, İtilaf devletleriyle savaşa katılmıştır.

Yunanistan, Mora isyanı sonucu; Rusya, İngiltere ve Fransa gibi Avrupa devletlerinin de desteğiyle 1829’da Osmanlı Devleti’nden ayrılarak bağımsız bir devlet haline geldi. Avrupa devletlerinin Yunanistan’a destekleri sonraki dönemde de devam etti ve sınırlarını Osmanlı Devleti aleyhinde genişletebildiler. Yunanlılar, Bizans Devleti’nin kurulduğu coğrafyada Megali Idea’yı gerçekleştirmek için dünya savaşını fırsat olarak gördüler.

Bunu değerlendiren İtilaf devletleri Yunanistan’ı toprak vaat ederek yanına çekti. Bulgaristan’ın savaşa katılması da Balkanlardaki dengeyi Yunanistan’ın aleyhine çevirmesi de Yunanistan’ın İtilaf Devletleri tarafında savaşa girmesine sebep oldu.

Yunanistan’ın savaşa girmesindeki temel amaç, Megali Idea’yı gerçekleştirmek.

1.Dünya Savaşı’nın gidişatını temelden etkileyen iki olay:

  • Rusya’da meydana gelen Bolşevik İhtilali

  • Amerika’nın savaşa girmesi

Dünya savaşı başladığında Rusya tam bir karmaşa içindeydi. Devleti yönetenler halkın sefaletini umursamadan, sıcak denizlere inmek için halka yeni zorluklar getirecek olan savaşa girmeyi tercih ettiler. Savaşta istenilen başarıların gelmemesi, şartların giderek kötüleşmesi ve halkın gıda sıkıntısı yaşamaya başlaması üzerine Petersburg’da gösteri yapıldı.

Gösterilerin kontrol dışına çıkması üzerine Çar 2.Nikola tahttan ayrılmak zorunda kaldı.

Durumdan faydalanan Bolşevikler, gerçekleştirdiği hükümet darbesiyle iktidarı ele geçirdiler.

Bolşevik hükümetinin ilk işi, dünyaya, yayılmacı amaç taşımadıkları mesajını vermek için İtilaf Devletleri arasında imzalanan gizli antlaşmaları açıklamak oldu.

Brest-Litowsk antlaşması ile savaştan çekildi. Bu anlaşma ile Polonya, Litvanya ve Estonya’dan çekildi, Ukrayna’nın bağımsızlığını tanıdı, Doğu Anadolu’dan çekilerek Kars, Ardahan ve Batum’u iade etti.

Diğer önemli gelişme Amerika’nın savaşa girmesi oldu. Amerika, savaşa girerek dünya siyasetinin önemli bir aktörü olmayı hedeflemiştir.

Megali İdea: Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alarak, Bizans İmparatorluğu’na son verdiği günden beri yürürlükte olan bir Yunan ülküsüdür. Bizans İmparatorluğu’nu bir Helen İmparatorluğu olarak kabul eden Yunan milliyetçileri, Megali Idea adını verdikleri büyük ülküleri ile eskiden Bizans’a ait olan tüm toprakları yeniden elde ederek, İstanbul başkent olmak üzere, büyük Helen İmparatorluğu’nu yeniden kurmayı hayal etmektedirler.

Savaşa girdikten sonra ABD Başkanı, savaş sonrası statünün tespiti konusundaki fikirlerini açıklayan bir açıklama yapmıştır. “Wilson Prensipleri” ya da “On Dört Nokta” olarak bilinen bu ilkelere göre:

  • Boğazlar bütün devletlere açık olacak.

  • Her millet kendi geleceğini tayin edebilecek, Türkler nüfus yoğunluğuna sahip oldukları bölgelerde bağımsız olarak yaşayabilecekler, azınlıklar nüfus çoğunluğuna sahip oldukları bölgelerde bağımsız devlet kurabilecekler.

  • Çanakkale Boğazı, devamlı olarak bütün milletlerin ticaret gemilerine açık olacak.

  • Savaş sonra toprak işgali olmayacak, sınır değişikliği yapılmayacak.

  • Mağlup devletlerden savaş tazminatı alınmayacak.

  • Gizli anlaşmalar iptal edilecek, barış görüşmeleri olacak.

  • Alsas-Lorainne bölgesi Fransa’ya verilecek.

  • Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) kurulacak.

  • Sömürgecilik yapılmayacak.

  • Silahlanma azaltılacak.

Ateşkes isteyen ilk İttifak devleti Bulgaristan. Sonra Osmanlı, Avusturya-Macaristan, Almanya.

1.Dünya Savaşı, modern çağlardaki en acımasız “Topyekün Savaş”tır.

Cephe gerisi saldırıları, sabotajlar, savaş taktikleriyle, savaşan devletlerin sosyal hayatını düzenli bir şekilde sürdürmeleri imkansız hale geldi. 1.Dünya Savaşı’nın getirdiği bir diğer savaş tarzı “Siper Savaşı”dır.

Savaş tarihinde ilk kez, Almanya klor gazı kullanarak tarihteki ilk kimyasal saldırıyı gerçekleştirdi.

1.Dünya Savaşı’nın sonuçları:

  • 10 milyon insan hayatını kaybetti.

  • İmparatorluklar yıkıldı (Osmanlı, Rusya, Avusturya-Macaristan); Türkiye, Sovyetler Birliği, Avusturya, Macaristan, Yugoslavya, Polonya, Çekoslavakya gibi yeni devletler kuruldu.

  • Bazı devletlerde rejim değişikliği meydana geldi. (Rusya → Komunizm, İtalya → Faşizm, Almanya → Nazizm, Türkiye → Cumhuriyet)

  • Yeni teknolojik silahlar kullanılmıştır.

  • Dünya Savaşının sonuçları 2.Dünya Savaşına sebep olmuştur.

  • Milletler Cemiyeti (Cemiyeti Akvam) kurulmuştur.

Mondros Mütakeresi ve Uygulanışı

İngiliz saldırısı karşısında geri çekilmek zorunda kaldık, ağır kayıplar verdik. Suriye ve Irak cephesindeki olumsuz duruma bir de Bulgaristan’ın savaştan çekilmesiyle İngiltere’nin İstanbul’u hedefleyen Trakya Cephesini açması, Osmanlı Devleti’ni çözüm arayışına yöneltti.

Osmanlı ve İtilaf Devletleri arasındaki ateşkes antlaşması Limni Adası’ndaki Mondros Limanı’nda Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf (Orbay) Bey arasında yapıldı.

Padişah Vahidettin bu heyetten “Hilafet ve saltanata ait hakların korunmasını” istemiştir. Bazı eyaletlere de muhtariyet verilmesinin kabul edilebileceğini söylemiştir.

Hükümet 8 maddelik bir talimat hazırlamıştır ancak İngilizlerin şartlarının büyük ölçüde kabulüyle sonuçlanmıştır.

25 maddelik Mondros Mütakeresi’nin sadeleştirilen maddeleri:

  • Karadeniz’e geçiş için Çanakkale ve Karadeniz Boğazları açılacak, Karadeniz’e geçiş temin edilecek ve Çanakkale ve Karadeniz istihkamları Müttefikler tarafından işgal edilecektir.

  • Osmanlı sularındaki bütün torpil tarlaları kaldırılacak.

  • Savaş esirleri ve Ermeni esir ve tutuklular teslim edilecek.

  • Sınırların korunması ve iç güvenliğin sağlanması için gerekli görülen askerler dışındakiler terhis edilecek.

  • Osmanlı sularında Osmanlı Devleti’ne ait savaş gemileri olmayacak.

  • Müttefikler güvenliklerini tehdit edecek durum ortaya çıktığında herhangi stratejik noktayı işgal etme hakkına sahip olacak.

  • Hükümet haberleşmeleri dışındaki telsiz telgraf ve kabloları İtilaf Devletleri memurları tarafından denetlenecek.

  • Altı ilde (Erzurum, Van, Harput, Diyarbakır, Sivas, Bitlis) karışıklık çıktığı takdirde bu illerin herhangi bir bölümünün işgal hakkını İtilaf Devletleri saklı tutar.

“Düvel-i Muazzama” olarak nitelenen İngiltere, Fransa, Amerika ve İtalya ile tek başımıza savaşmanın imkansız olduğunu savunan kesimlere göre “Bu ülkelere karşı Almanya ile bile kazanamadık, en iyisi sultan ve hükümetin siyasetlerine destek olalım ve İtilaf Devletlerini kızdıracak bir hareket yapmayalım.”

Mondros Mütarekesi, İtilaf Devletleri’nin daha savaş devam ederken aralarında imzaladıkları gizli anlaşmaları uygulamaya geçirmelerine zemin hazırlayan maddeler içeriyordu.

Mütarekeye eklenen her türlü yoruma açık ve belirsiz “güvenliği tehdit edecek bir durum” ortaya çıktığı takdirde, İtilaf Devletlerine herhangi bir yeri işgal hakkını tanıyan bu madde, gelecekte yapılacak işgallere hukuki bir dayanak oluşturmak için konulmuştu. İtilaf devletleri mütarekeden hemen sonra giriştikleri işgal hareketlerini bu maddeye dayandırdılar.

İngilizler → Batum, Antep, Konya, Maraş, Kars, Antakya

Fransızlar → Dörtyol, Mersin, Adana, Toros tünelleri, Afyon istasyonu

İtalyanlar → Antalya, Konya, Marmaris, Bodrum, Fethiye, Kuşadası, Burdur, Muğla

  • Haberleşme ve demiryolu merkezlerine el konuldu.

  • İzmir’in işgali de ayrı bir öneme sahip.

MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ

Mondros Müratekesi sadece İtilaf Devletleri’nin Osmanlı Devleti üzerindeki mutlak hakimiyetini sağlamamış, iç politikada da dalgalanmalar meydana getirmiştir.

İtilaf Devletleri’nin istekleri doğrultusunda bir “İttihatçı avı” başlatılmış, Padişah, meclisi dağıtmıştır. Hükümet ve bir kısım aydınlar, çareyi mütareke şartlarının aynen uygulanmasında ya da güçlü devletlerin desteğinin sağlanmasında görmüşlerdir. Bir kısım Türk aydını, mütarekenin, Türk milleti ve devleti için getirdiği tehlikeyi anlayarak teşkilatlanmaya başlarken, azınlıklar da fırsattan istifade edip emellerine ulaşmak için çaba göstermişlerdir.

Bunun için de siyasi mücadele Paris’te, barış antlaşmasını hazırlayacak güçleri etkilemek için yapılmıştır.

Milli mücadele hareketinin zemini oluşturan müdafaa-i hukuk cemiyetleri, Sivas Kongresi’ne kadar bölgesel bir karakter göstermişlerdir. Bu cemiyetler, işgal tehlikesinin ya da azınlık faaliyetlerinin yoğun olduğu bölgelerin devletten koparılmasını veya işgal edilmelerini önlemek amacıyla kurulmuşlardır.

Avrupa kökenli değerleri savunan bu derneklerin kurulmasında, Wilson Prensiplerinin, Türklerin bağımsız yaşama haklarını vurgulayan 12. maddesi de etkili olmuştur. Bu cemiyetler askeri bir direnişi benimsememekle beraber, daha sonra işgallere karşı fiili direnişi ifade eden Kuva-yi Milliye birlikleri ile aralarında organik bağ kurulmuştur. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin en önemli yararı ise, Türk milletinin kendisine rağmen ve haksız olarak verilen kararlara tepkisini dile getirmiş olmalarıdır.

Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin ortak özellikleri:

  • Mondros Mütarekesi’nin getirdiği tehlikeye karşı kurulmuşlardır.

  • Bölgesel özelliktedirler.

  • Birbirlerinden kopuk hareket etmişlerdir.

  • Yöntemleri, basın-yayın yoluyla propagandadır.

  • Amaçları, kuruldukları yerin işgalini önlemektir.

  • Azınlık faaliyetlerini etkisiz kılmak için çalıştılar.

  • İlkeleri vatanseverliktir.

  • Milli direniş bilincini uyandırmışlardır.

  • Bulundukları bölgenin Türklüğünü korumayı amaçlamışlardır.

  • Sivas Kongresi’nde birleştirilmişlerdir, böylece ulusal iradeyi temsil etmeye başlamışlardır.

İzmir’in İşgali ve Tepkiler

İtalya ve Yunanistan, bu gözde kente sahip olmak için kıyasıya bir rekabet yaşadılar. Londra ve St. Jean de Maurienne gizli antlaşmalarıyla İtalya’ya vaat edilmişti. Ne var ki, İtilaf Devletleri, savaşa kendi yanlarında girmesi şartıyla İzmir’i Yunanistan’a da vaat etmişlerdi.

Yunanistan’ın bu isteklerine karşı, İtalya menfaati gereği konferansta Türklerin hakkını savunmuştur. Ancak, İngiltere ve müttefikleri Doğu Akdeniz bölgesinde güçlü bir İtalya istemedikleri için Yunanistan’ı desteklemişlerdir.

Türkler, cemiyetler ve özellikle Hasan Tahsin’in başyazarlığını yaptığı Hukuk-ı Beşer gazetesi aracılığıyla mücadelelerine devam ettiler.

İzmir’in işgali de, diğer işgaller gibi Mondros’un 7. maddesine dayandırılmış ve kamu düzenliğinin sağlanacağı ileri sürülmüştür.

İzmir’in işgal edileceğinin öğrenilmesinden sonra Türkler, Redd-i İlhak Cemiyeti öncülüğünde Bahri Baba parkında binlerce kişinin katıldığı bir protesto mitingi düzenlediler.

Konak’a doğru ilerleyen Yunan birliklerine Hasan Tahsin tarafından sıkılan ilk kurşundan sonra büyük bir panik yaşanmıştır.

İzmir’den önce de başka kentler işgal edilmişti ve böyle bir tepki gösterilmemişti. İzmir, yüzlerce yıl Türkler tarafından yönetilmiş Yunanlılar tarafından işgal edilmişti. İngiltere, Fransa ve İtalya, işgal ettikleri yerlerde ilelebet kalacak değillerdi. Oysa Yunanistan, İzmir’i, Bizans’ın coğrafi, siyasi ve kültürel bakımdan yeniden canlandırılmasını ifade eden Megali Idea’yı gerçekleştirmek yani bölgeyi “vatan” yapmak için işgal etmişti.

Türk halkı, Yunan işgaline karşı vatanını savunmak için ve resmi otoritenin rızası dışında olarak isyan etmiştir. Sonuncu olarak İzmir’in işgalinin kısa bir süre içinde katliama dönüşmüş olması da halkı fiili direnişe yönelten sebepler arasındadır.

Türkiye’de İtilaf Devletleri’ne karşı Türklerin haklarını savunmak için örgütlenenler iki “S”nin mücadelesini yapmışlardır. “Siyaset” ve “Silah”

İzmir’in işgali, geniş bir kitleyi siyasetin yerini silah seçeneğinin alması gerektiği konusunda ikna etmeye etmiştir.

Mustafa Kemal Paşa Anadolu’da

Mustafa Kemali 1880 veya 1881’de Selanik’te doğdu.

Babası: Ali Rıza Efendi, Annesi: Zübeyde Hanım

1896 → Selanik Askeri Rüşdiyesi

1899 → Harbiye

1905 → Yüzbaşı olarak Suriye’de

Burada kaldığı sürede Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurmuştur.

Suriye’den → Selanik’e : Vatan ve Hürriyet Cemiyet’ini kapatır, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girer.

2.Meşrutiyet’in ilanından sonra toplanan kongrede cemiyetin parti haline getirilmesini ve ordunun siyasetten uzak kalmasını savunduğu için cemiyetle fikir ayrılığına düşer.

31 Mart İsyanı’nda → İstanbul’a gelip Hareket Ordusu’nun kurmay başkanlığını yaptı.

1911 → Türk - İtalyan savaşına gönüllü katıldı.

Balkan Savaşı başlayınca → Libya’ya döndü ve Bolayır’da görev aldı.

Savaştan sonra 1913’de → Sofya’ya askeri ataşe olarak atandı.

1.Dünya Savaşı Başlayınca 1915’te → Arıburnu’nda görev aldı. (19. Tümen Komutanlığı)

Çanakkale cephesinde Arıburnu ve Anafartalar’da kazandığı başarılar, Türk ve Avrupa kamuoyunda yıldızının parlamasını sağladı.

Çanakkale’den sonra → Doğu cephesine gitti. Komutanlığını yaptığı 16. Kolordu, Muş ve Bitlis’i Rus işgalinden kurtardı.

İtilaf Devletleri’nin donanmasının İstanbul’a girdiği gün (13 Kasım 1918) “Geldikleri gibi giderler.” dedi.

Kamuoyunu aydınlatmak ve içinde bulunulan tehlikenin büyüklüğüne dikkat çekmek için, yakın arkadaşı Fethi Bey ile Minber adında gazete çıkardılar.

İngilizler, hükümetten, Samsun ve yöresindeki asayişsizliğin önlenmesini istediler. Hükümet ve saray, bölgeye güvenliği ve mütareke şartlarının sağlanmasını sağlayacak biri olarak Mustafa Kemal’i gönderdi. Zaten bu haberden önce Mustafa Kemal, milli mücadeleyi düzenleyebilmek için Anadolu’ya gidebilmeyi bekliyordu ve bunu planlıyordu. Arkadaşlarıyla bu konuları konuşurlardı. Bu haberi duyuna “Sevincini gizleyerek ve memnuniyetle” kabul etti. Mustafa Kemal Paşa’nın görevi “Bölgede bozulan asayişi temin etmek, bölgedeki silah ve cephanenin toplanmasını sağlamak ve silahlı çete faaliyetlerini sona erdirmekti.”

16 Mayıs 1919 günü Bandırma vapuruyla İstanbul’dan ayrıldı, 19 Mayıs’ta Samsun’a ulaştı.

Nutuk’ta bu dönem için üç seçenek olduğunu, ya İngiliz himayesinde olacaklarını ya Amerika mandası olacaklarını ya da bağımsızlık savaşı vereceklerini söylemiştir. O zamanlar büyük igalci devletleri gücendirmemek gibi bir politika yürütülüyordu ve Atatürk bundan memnun değildi. Atatürk için alınabilecek tek bir karar vardı o da millet egemenliğine dayanan tam bağımsız bir Türk devleti kurmak. İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğü ve Samsun’a ayak basar basmaz uygulamaya başladığı karar bu karar olmuştur. “Ya istiklal ya ölüm”

O zamanların politikasında kurtuluş yolu ararken:

  • İtilaf Devletleriyle ters düşülmeyecek

  • Padişah ve halifeye canla başla bağlı ve sadık kalmak şart.

Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da onun önderliğinde yapılan bağımsızlık savaşında hedef, işgal altındaki toprakları kurtarmak ve millet egemenliğine dayalı yeni bir Türk devleti kurmaktı. Ancak, işgal altındaki toprakların kurtarılması konusunda mücadeleye katılan her kesimden ve düşünceden insanlar aynı ideal için savaşırken, yeni bir devlet kurma konusu açık seçik dile getirilmemiştir. Halkın desteğini kaybetmemek için önceliği işgallerin bitirilmesine vermiştir Atatürk. Bununla birlikte, kongreler, TBMM açılması, Teşkilat-ı Esasiye kanunu gibi bir takım gelişmeler Milli Mücadele’nin aynı zamanda milletin egemenliğini kullanmasını sağlamıştır.

Amasya Genelgesi

Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktıktan sonra, arkadaşlarıyla bağlantı kurmuş ve halkı Milli Mücadele fikri etrafında birleştirmeye çalışmıştır.

  • Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.

  • İstanbul hükümeti, üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi gösteriyor.

  • Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

  • Milletin sesini bütün dünyaya duyurmak için her türlü denetimden uzak milli bir heyetin kurulması gereklidir.

  • Anadolu’nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas’ta milli bir kongrenin süratle toplanması kararlaştırılmıştır.

  • Bunun için bütün illerin her sancağından milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olduğunca çabuk yola çıkarılması gerekmektedir.

  • Her ihtimale karşı durumun milli bir sır gibi saklanması ve delegelerin gerekli görülen yerlerde seyahatlerini kendilerini tanıtmadan yapmaları lazımdır.

Bazı tarihçiler, Amasya Genelge’sini, Milli Mücadele’nin “İhtilal Bildirisi” olarak yorumlar.

En dikkate değer nokta, üçüncü maddede dile getirilen, “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararının kurtaracağının” vurgulanmasıdır.

Sonuçları:

  • Türk İnkılabı’nın ihtilal safhası başlamıştır.

  • Milli Mücadele’nin gerekçesi, amacı, yöntemi belirlenmiştir.

  • İlk kez milli egemenliğe dayalı bir yönetimden bahsedilmiştir.

  • İstanbul hükümeti ilk kez yok sayılmıştır.

  • Türk Milleti hem İstanbul’a hem de işgalci güçlere karşı mücadeleye çağırılmıştır.

  • Cemiyetleri birleştirmek için Sivas’ta bir kongre toplanma kararı alınmıştır.

Erzurum Kongresi

Mustafa Kemal Paşa’nın askerlikten istifa ettiği kongre.

Heyet-i Temsiliye seçilmiştir. (Başkanı Atatürk)

Şu kararlar alınmıştır:

  • Milli sınırlar içindeki vatan, ayrılık kabul etmez bir bütündür.

  • Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümeti’nin dağılması halinde millet, birlik olarak kendini savunacaktır.

  • Anadolu’da geçici bir hükümet kurulacak ve bu hükümet milli kongre tarafından seçilecektir. Eğer kongre toplanmış durumda değilse bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır.

  • Kuva-yi Milliyeyi etkin, milli iradeyi hakim kılmak esastır.

  • Hristiyan haklara siyasi ve sosyal haklar verilemez ancak canları, malları, ırzları saldırıdan saklıdır.

  • Manda ve himaye kabul edilemez.

  • İstanbul’daki Milli meclisin hemen toplanmasına ve hükümet işlerinin meclisin denetimi altında yürütülmesine çalışılacaktır.

Milli Mücadele hareketinin amaçlarının ilan edilmiştir.

Özellikle “Kuva-yi Milliyeyi etkin, milli iradeyi hakim kılmak esastır.” maddesi, Milli Mücadele hareketinin felsefesini ifade etmektedir.

Milli iradenin hakim kılınması ise, milletin geleceğiyle ilgili kararların kendisi tarafından verilmesinin başladığını göstermesi bakımından önemlidir.

Batı Anadolu Kongreleri

Bir yandan oluşturulan Kuva-yi Milliye birlikleriyle silahlı direniş başlatılırken, diğer yandan da kongreler düzenlenmiştir.

Balıkesir’de toplanan bu kongreden sonra, kamuoyunda Kuva-yi Milliye bilincini güçlendirmek amacıyla “İzmir’e Doğru” adında bir gazete çıkarılmasına karar verilmiştir.

Sivas Kongresi

Amasya Genelge’sinde Sivas’ta bütün yurttan gelecek delegelerin katılacağı bir genel kongrenin toplanacağı duyurulmuştu.

Kongre, milli ülküyle hiçbir şekilde bağdaşmayan manda isteğini reddetmiştir.

Sivas Kongresi’nde genel olarak Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar benimsenmiş ve bunlar bütün yurdu kapsayacak hale getirilmiştir. Vatanın ayrılık kabul etmez bir bütün olduğu, işgallere karşı birlikte mücadele etmenin meşru kabul edildiği, azınlıklara siyasi ve sosyal imtiyazlar verilmesinin kabul edilmeyeceği ve meclisin bir an önce toplanması gerektiği tekrar vurgulanmıştır.

Bu kongrede, yurdun değişik bölgelerindeki müdafaa-i hukuk cemiyetleri Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir.

Daha önemlisi, Türk milleti, topladığı bu genel kongre ile hakkında kendisine rağmen verilen kararları asla kabul etmeyeceğini ve bu uğurda ölümü göze aldığını dost düşman herkese ilan etmiş oluyordu. Kongrenin yurt içindeki en önemli etkisi ise, Milli Mücadele düşmanlığının bayraktarlığını yapan Damat Ferit’i istifa etmek zorunda bırakması olmuştur.

Misak-ı Milli

Damat Ferit Paşa’nın istifasından sonra hükümet, Ali Rıza Paşa tarafından kurulmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, yeni hükümetten bir takım isteklerde bulunmuştur. Milli meclis toplanana kadar önemli kararların alınmaması, Barış Konferansı’na, Heyet-i Temsiliye’nin güvenini kazanmış kişilerin gönderilmesi… Hükümet bunlardan bir kısmını kabul etmiştir.

Mustafa Kemal Paşa ile Salih Paşa arasında Amasya’da yapılan görüşmelerden sonra bir protokol imzalanmıştır. Türk vilayetlerinin düşmana terk edilmemesi, manda ve himayenin kabul edilmemesi, Müslüman olmayan topluluklara siyasi ve sosyal dengeyi bozacak imtiyazların verilmemesi, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin hukuki bir kuruluş olarak İstanbul Hükümeti tarafından tanınması, barış konferansına Heyet-i Temsiliye tarafından da uygun görülen kişilerin gönderilmesi, seçimlere hiçbir şekilde müdahele edilmemesi ve Meclis-i Mebusan’ın İstanbul’da toplanmasının güvenlik bakımından uygun olmadığı konularında görüş birliğine varılmıştır. Ancak, meclisin İstanbul dışında bir yerde toplanması konusunu Salih Paşa şahsen kabul etmekle birlikte, bu konuda son kararı hükümetin vereceğini de belirtmiştir. İstanbul Hükümeti, meclisin İstanbul dışında bir yerde toplanması düşüncesini kabul etmemiştir.

Mücadeleyi halka mal etme konusunda meclisin açılmasına büyük önem veren Milli Mücadelenin lideri, İstanbul’da toplanacak bir meclisin halkın gerçek temsilcisi ve sesi olarak çalışmasına izin verilemeyeceğine inanıyordu. Ne var ki, böyle bir ihtimal Mustafa Kemal Paşa’ya meclisi, İstanbul dışında, Anadolu’da toplama fırsatı verecekti. İstanbul Hükümeti ve İngiltere ise İstanbul’da meclisin toplanmasını kabul ederken bir takım beklentiler içindeydiler. Onlar bakımından; kendi kontrolleri altında ve beklentileri doğrultusunda çalışacak bir meclis, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının inisiyatifini ortadan kaldıracağı gibi, hükümet politikalarının halk tarafından desteklemesi gibi bir sonucu da doğuracaktı. Böylece; halk adına ancak halka rağmen yürütülmekte olan Sultan-Hükümet-İngilizler iş birliğine, meclis aracılığıyla Türk halkının da katılmış olacağını umuyorlardı.

Mustafa Kemal Paşa, istediği halde meclis başkanı seçilemediği gibi, yine onun isteği olan Müdafaa-i Hukuk grubu da kurulamadı. Meclisteki milliyetçiler Felah-ı Vatan Grubu’nu kurdular. Son Osmanlı Meclisi’nin en önemli başarısı, Mustafa Kemal Paşa tarafından hazırlanan Misak-ı Milli’yi (Milli And) kabul ve ilan etmelidir.

  • Düşman ordularının işgali altında bulunan Arap memleketlerinin durumunun, halkın serbestçe verecekleri oyla belirlenmesi gerekecektir. Ancak bu mütareke sınırları içinde kalan Türk ve İslam çoğunluğu bulunan kısımların tamamı ayrılık kabul etmez bir bütündür.

  • Halkın oyu ile vatana katılmış Kars, Ardahan, Batum için gerekirse yine oylama yapılacak.

  • Batı Trakya da oy verecek kendi durumları için.

  • İstanbul ve Marmara Denizi her türlü tehlikeden uzak olacak. Bu esas kabul edilirse, Akdeniz ve Karadeniz boğazları dünya ticaretine açılabilir.

  • Komşu memleketlerdeki Müslüman halk da aynı haklara sahip olacaksa, azınlıklara haklar verilecek.

  • Siyasi, adli ve mali gelişmemizi önleyecek sınırlamalara karşıyız. İstiklal ve serbestlik istiyoruz. Borçlarımızın ödenme şekli de bu esasa aykırı olamaz.

Son Osmanlı Meclisi’nin kabul etmekle büyük bir tarihi görevi yerine getirdiği Misak-ı Milli, sonraki dönemde Anadolu milliyetçilerinin amaç programı olmuştur.

Meclisin Misak-ı Milli’yi kabul etmesi İngilizleri, kendilerince bir takım önlemler almaya yöneltti. İngilizler, meclisin Mustafa Kemal’in etkisinde olduğunu düşündüler.

İngilizler, Barış Konferansı’nda elindeki kozları artırmak ve Anadolu milliyetçilerine gözdağı vermek için İstanbul’u işgal etmeye karar verdiler.

Meclis dağıtılarak milliyetçi milletvekilleri tutuklandılar ve Malta’ya sürüldüler.

İşgalle, İstanbul’da bir şey yapmanın mümkün olmadığını gören aralarında İsmet İnönü ve Fevzi Paşa’nın da olduğu pek çok asker ve sivil aydın Anadolu’ya geçti. İtilaf Devletleri’nin gerçek yüzünü gösteren olaylara rağmen İngilizlerle sıkı işbirliğine devam eden Sultan Vahidettin, hiçbir şey olmamış gibi, Damat Ferid’i tekrar göreve getirdi. Salih Paşa hükümetinin istifasından sonra, hükümeti tekrar kuran Damat Ferit Paşa, Anadolu’ya karşı bir takım olumsuz girişimlerde bulunmuştur. Padişah da meclisi feshetmiştir.

TBMM’nin Açılması

Olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin Ankara’da toplanması için gerekli seçim hazırlıklarının yapılmasını istedi Mustafa Kemal Paşa.

23 Nisan 1920 Cuma günü Hacı Bayram Cami’inde kılınan cuma namazından sonra dualarla ve şenliklerle açıldı. İlk toplantısını en yaşlı üyesi Sinop Milletvekili Şerif Beyin başkanlığında yaptı. Daha sonra Mustafa Kemal Paşa başkanlığa seçildi. Ardından hükümet kurma çalışmalarına başladı.

İcra vekilleri heyeti kuruldu. Meclis 115 milletvekili ile toplandı, 390’a çıktı.

Meclis üyeleri zamanla, kişisel ve fikri konumlarına göre, kabaca 3 temel gruba ayrılmıştır.

  • Kalpaklılar: yeni bir devlet ve hükümet kurma düşüncesi içinde olanlar.

  • Sarıklılar: Şeriat hükümlerinin idareye hakim olması düşüncesi içinde olanlar.

  • Fesliler: Osmanlı hukukunun korunması düşüncesi içinde olanlar .

Demokrat yapıya sahip olan meclis, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” ilkesini benimsemiştir.

Yeni bir devletin temelleri atılırken, milletin kaderine sahip çıkma hareketi meclisle somut olarak uygulamaya sokulmuştur.

Meclisin açılmasından önce bir ordu kurulmasını önerenlere, Mustafa Kemal Paşa, milletin önemini söylemiştir. “Millet işlerinde meşrutiyet, ancak milli kararlara dayanmakla, milletin genel eğilimine tercüman olmakla mümkündür. Önce meclis, sonra ordu. Orduyu yapacak millet ve ona vekaleten meclistir.”

Anadolu’da yürütülen Milli Mücadele hareketi artık TBMM aracılığıyla tek bir merkezden yönetilmeye başlanmıştır.

Yüzlerce yıl sonra “Türk” adı, aynı zamanda temelleri atılmakta olan bir devlete ad olarak verilmiştir.

Millet Meclisi dış ilişkilere girdiği gibi, Anadolu’da da, askere almadan vergi toplamaya kadar pek çok konuda yetkili tek organ olarak çalışmıştır.

Olağanüstü şartlar altında toplanan TBMM, “Meclis hükümeti” sistemini benimsemiştir.

  • Yürütme gücü: İcra Vekilleri Heyeti içinde görev alan bakanlar teker teker seçilmişler ve meclise karşı sorumlu olmuşlardır.

  • Yasama: Meclisin tamamı tarafından kullanılmıştır.

  • Yargı: Üyeleri milletvekillerinden meydana gelen İstiklal Mahkemeleri, asker kaçağı sorununu çözümlemek için kurulmuştur. (11 Eylül 1920). Ancak, bir süre sonra yetkileri kötüye kullanmaktan casusluğa kadar, iç güvenliği ilgilendiren pek çok konuyu kapsayacak şekilde genişletilmiştir.

Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında bir araya gelenler “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu”nu kurdular. Mustafa Kemal Paşa zaferden sonrasına hazırlık olmak üzere kadrosunu da kurmaya başlamıştı. Milli Mücadele’ye birlikte başladığı arkadaşlarının yerine, Anadolu’ya daha sonra geçen Fevzi ve İsmet Paşaların önemli görevlere getirilmesi çeşitli huzursuzluklara yol açtı.

Aynı zamanda “Birinci Grup” olarak isimlendirilen Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının karşısında ise “İkinci Grup” yer almıştır. Mustafa Kemal Paşa’ya karşı olanların meydana getirdiği bu grup, ideolojik bir bütün meydana getirmekten ziyade muhalif bir karakter göstermiştir.

İttihatçıların Kafkasya’da bulunan Enver Paşa’yı, Mustafa Kemal Paşa’nın yerine İstiklal Savaşının lideri yapmak istemeleri, mücadele bakımından arzulanmayan gelişmelerin yaşanmasına yol açmıştır.

İstiklal Mahkemeleri: 11 Eylül 1920’de, TBMM tarafından kabul edilen “Firariler Hakkında Kanun” ile kurulan mahkemelerdir. Üyeleri milletvekilleri arasından seçilen mahkemeler sayesinde meclis, yargı yetkisini de kendi kullanıyordu.

  • Vatana ihanet, ayaklanma

  • Askerden kaçma

  • Casusluk

  • Bozgunculuk ve aleyhte propaganda

  • Görevi kötüye kullanma

  • Halka eziyet ve baskı

  • Asker ailesine saldırı

  • Tekalif-i Milliye’den mal kaçırmak

  • Cinayet

  • Düşmana yardım ve düşmanla işbirliği.

Sevr Barış Antlaşması

1.Dünya Savaşı’ndan sonra Paris’te toplanan barış konferansında, galiplerin şartları mağluplara dikte ettirdiği bir süreç yaşanmıştır.

Türkiye ile yapılacak barış anlaşmasını görüşmek üzere İtilaf Devletleri birkaç kez kendi aralarında görüşerek bir taslak hazırladılar.

Paris’e davet edilen Osmanlı Devleti heyetine bu şartları bildirmişlerdir.

TBMM tarafından reddedildiği için hiçbir zaman uygulanamayan bu antlaşmanın önemli maddeleri:

  • Osmanlı Devleti, İstanbul ve çevresi ile Anadolu’da küçük bir toprak parçasından ibaret olacak, fakat antlaşma hükümlerine saygı gösterilmezse İstanbul da ellerinden alınacak.

  • Osmanlı sınırları iyice küçülecek.

  • Boğazlar, savaş zamanında bile bütün devletlerin gemilerine açık olacak, özel bayrağı ve bütçesi olan bir Avrupa Komisyonu tarafından yönetilecek.

  • Kapitülasyonlar yeniden yürürlüğe konulacak ve bütün Müttefik devlet vatandaşları faydalanacak.

  • İngiliz, Fransız, İtalyan ve Türklerden kurulacak bir komisyon, Türkiye’nin servetini düzenleyecek ve bütçe üzerinde son sözü söyleyecek.

  • Azınlıkların, her derecede okul açma hakkı olacaktı.

  • Türkiye’nin askeri kuvveti, 10 bini jandarma olmak üzere toplam 50 bin kişiden meydana gelecek ve zorunlu askerlik olmayacak.

  • Donanma da sınırlı olacak, askeri uçak bulunmayacak ve Türk Silahlı Kuvvetleri, Müttefikler tarafından kontrol altında tutulacaktı.

  • Kürtlerin, isterlerse Doğu Anadolu’da bağımsız bir devlet kurmaları, Milletler Cemiyeti’nin kabul etmesinden sonra mümkün olacaktı.

  • Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon illerinin bulunduğu bölgede, sınırları ABD’nin hakemliğine bırakılan bir Ermenistan devleti kurulacaktı.

  • Hicaz bağımsız bir devlet olacak, Türkler, Mısır üzerindeki bütün haklarından vazgeçeceklerdi.

  • On İki Ada, İtalyanlara, Akdeniz’deki diğer adalar Yunanistan’a bırakılacaktı.

  • İzmir Türk egemenliğinde kalacak, fakat Osmanlı Devleti, egemenlik haklarını Yunanistan’a bırakacak, İzmir’in kesin kaderini 5 yıl sonra yapılacak bir halk oylaması belirleyecekti.

Sevr Barış Antlaşması ile birlikte, İngiltere, Fransa ve İtalya arasında imzalanan Üçlü Antlaşma ile de Anadolu bu üç ülke arasında nüfuz bölgelerine ayrılmıştır. Ancak bu da, Anadolu milliyetçilerinin bağımsızlık savaşları ve anlayışlarıyla bağdaşmadığı için hiçbir zaman yürürlüğe sokulmamıştır.

İç İsyanlar

Anadolu’da bağımsızlık savaşı veren “milliciler”, düşmanlarla olduğu kadar Anadolu’da çıkan isyanlarla da mücadele etmek zorunda kaldılar.

İsyanlar, düzenli orduya geçişi hazmedemeyen Kuva-yi Milliye önderleri, İstanbul Hükümeti ve İngilizlerin halkı kışkırtmasıyla ortaya çıkmıştır.

Mustafa Kemal Paşa, bağımsızlık savaşının kaynağını halk olarak görüp yanına çekmeye çalışırken İstanbul Hükümeti ve Saltanat da, halkın, yüzyılların getirdiği geleneksel bağlılığını kaybetmemek için çaba sarf ediyordu.

Halk; meşru otorite olarak gördüğü Halife-Sultanın fermanından, Şeyhülislamın fetvasından ve hükümetin bildirisinden etkilenmiştir.

Mustafa Kemal: “İhanet, kin ve taassubun yarattığı isyanların amacı, milli hareketi boğmaktı.”

Zamanla halk Mustafa Kemal’e hak vermiştir.

Anadolu’da işgal tehlikesinin olmadığı bölgelerinde görülen isyanlarda Damat Ferit hükümetinin rolü büyük olmuştur. İstanbul’un işgalinden sonra Anadolu’da yeni bir meclisin toplanmasına paralel olarak önlemlerini sertleştirmiştir.

Damat Ferit hükümeti tarafından bir beyanname ve Şeyhülislam tarafından da bir fetva yayınlanmıştır. “İstanbul’un, Anadolu’da kurulan teşkilatlar yüzünden işgal edildiği, bu kişilerin kanunlara aykırı olarak halktan para ve asker topladıkları” iddia edilerek, pişman olanların affedileceği bildirilmiştir.

“Padişahın emri ve izni olmadan asker ve vergi toplayanların öldürülmelerinin dinen caiz ve farz olduğu, halifenin bu asilerle savaşmaları için emir verdiği kişilerin savaşmazlarsa suç işlemiş olacakları, halife askerlerinden asileri öldürenlerin gazi, asilerin öldürdüklerinin şehit sayılacağı” ileri sürülmüştür.

Anadolu da karşı bir fetva ile cevap vermiştir. “İslam düşmanlarınca işgal edilen Saltanat merkezi olan İstanbul’da esir durumda bulunan halifeyi kurtarmak için her türlü gayretin gösterilmesinin Müslümanlara farz olduğu ve düşman devletlerin baskısıyla gerçeğe aykırı olarak çıkarılan fetvaların şeriata uygun olmadığı” düşünceleri dile getirilmiştir.

Bu arada İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi, gıyaplarında yargıladığı Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa, Dr. Adnan Bey, Halide Edib Hanım’ın da bulunduğu Milli Mücadele önderlerini, “Zorla asker ve para toplamak ve iç güvenliği bozmak.” gerekçesiyle idama mahkum etmiştir.

Damat Ferit, İngilizlerin de yardımıyla Kuva-yı İnzibatiye’yi kurdu. İstanbul’dan yola çıkan bu ordu İzmit’e gelerek, burayı karargah haline getirdi ve yığınak yapmaya başladı.

Kuva-yı İnzibatiye birlikleri, Kuva-yı Milliye karşısında duramayarak geri çekildiler.

Özellikle Konya’da Milli Mücadele hareketine karşı çıkartılan ayaklanmalar TBMM’yi uğraştırmıştır.

Konya’nın güneyi → 1 ve 2. Bozkır ayaklanması

Konya’daki asıl büyük ayaklanma → Delibaş Mehmet önderliğinde.

Ahmet Anzavur ayaklanmaları (iki kere)

Milli Mücadele döneminde sık sık ayaklanma yaşanan bölgelerden birisi de Düzce olmuştur.

Düzce-Bolu ayaklanması devam ederken Yozgat yöresinde de Çapanoğulları ayaklanma hazırlığı yapıyordu.

Şeyh Eşref isyanı

Güneydoğu Anadolu bölgesinde Kürtçülük karakterine sahip bazı isyanlar da çıktı.

Bir başka Kürtçülük olayı → Milli Aşireti’nin ayaklanması

Kürtçülük hareketlerinden en tehlikelisi → Koçkiri aşiretinin isyanı

Mütarekenin imzalanmasından sonra Karadeniz kıyılarında yaşayan Rumlar, silahlı çeteler kurarak, bölgede bir Rum Pontus devleti kurmak için yoğun bir çalışma başlattı. Nüfuslarının çokluğu iddiasıyla Paris Barış Konferansı’nda da propaganda yapmışlardır. Samsun ve çevresindeki Rum saldırılarına karşı Topal Osman Ağa çetesi de Türkleri korumak için oluşturuldu.

robot