1/18
Looks like no tags are added yet.
Name | Mastery | Learn | Test | Matching | Spaced |
|---|
No study sessions yet.
die Stunde
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Substantiv (isim)
Genus: feminin
Artikel: die Stunde
Plural: die Stunden
Telaffuz: [ˈʃtʊndə]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: saat (zaman birimi), ders saati, süre
İngilizce: hour, lesson, class period
Anlam
Stunde kelimesi, temel olarak 60 dakikalık zaman birimini ifade eder.
Ayrıca ders saati, belirli bir zaman dilimi veya an anlamlarında da kullanılır.
1. Zaman birimi olarak (60 dakika)
Eine Stunde hat sechzig Minuten. – Bir saat altmış dakikadır.
Ich warte seit einer Stunde. – Bir saattir bekliyorum.
2. Ders saati anlamında
Wir haben heute drei Stunden Deutsch. – Bugün üç saat Almanca dersimiz var.
Die Stunde ist gleich zu Ende. – Ders birazdan bitiyor.
3. Belirli bir zaman dilimi veya an
In dieser Stunde war alles still. – O anda her şey sessizdi.
Die Stunde der Wahrheit ist gekommen. – Gerçek anı geldi.
4. Mecazî anlamda (hayatın dönüm noktası, özel an)
Es war seine schwerste Stunde. – Bu onun en zor anıydı.
Die Stunde Null – savaş sonrası yeniden başlangıç anlamında kullanılan ifade.
Etimoloji
Stunde, Eski Yüksek Almanca stunta (“zaman aralığı, süre”) kelimesinden gelir.
Kökü, Germen stundō (“durma, bekleme, zaman noktası”) sözcüğüne dayanır.
Aynı kökten İngilizce stound (eski biçim, “an, süre”) türemiştir.
Etimolojik zincir:
Urgermanisch: stundō → Althochdeutsch: stunta → Mittelhochdeutsch: stunde → Neuhochdeutsch: Stunde
Aynı kökten gelen kelimeler:
stündlich – saatlik
stundenlang – saatlerce
die Zeit – zaman
der Moment – an
Kullanım Alanları
Zaman ölçüsü:
Ich brauche eine Stunde, um dorthin zu gehen. – Oraya gitmek bir saatimi alıyor.
Eğitim bağlamında:
Die Stunde beginnt um acht Uhr. – Ders saat sekizde başlıyor.
Mecazî anlamda:
Das war seine große Stunde. – Bu onun büyük anıydı.
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) die Zeitspanne, der Zeitraum, die Lektion
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) der Moment, die Sekunde, die Minute
Sabit İfadeler
eine Stunde lang – bir saat boyunca
zur Stunde – şu anda
in letzter Stunde – son anda
die Stunde der Wahrheit – gerçeğin anı
die Nullstunde – sıfır noktası, yeniden başlangıç
jede Stunde – her saat
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
die Minute – dakika
Es dauert nur fünf Minuten. – Sadece beş dakika sürer.
die Sekunde – saniye
Eine Sekunde bitte! – Bir saniye lütfen!
die Zeit – zaman
Die Zeit vergeht schnell. – Zaman çabuk geçiyor.
der Moment – an
Ein schöner Moment! – Güzel bir an!
stundenlang – saatlerce
Wir haben stundenlang geredet. – Saatlerce konuştuk.
stündlich – saatlik
Der Bus fährt stündlich. – Otobüs her saat kalkıyor.
die Lektion – ders
Die heutige Lektion war interessant. – Bugünkü ders ilginçti.
der Unterricht – ders, eğitim
Der Unterricht beginnt um neun Uhr. – Ders saat dokuzda başlıyor.
die Pause – ara
Nach der Stunde machen wir eine Pause. – Dersten sonra ara veriyoruz.
der Tag – gün
Ein Tag hat 24 Stunden. – Bir gün 24 saattir.
die Redewendung
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Substantiv (isim)
Genus: feminin
Artikel: die Redewendung
Plural: die Redewendungen
Telaffuz: [ˈʁeːdəˌvɛndʊŋ]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: deyim, kalıplaşmış ifade
İngilizce: idiom, expression, phrase
Anlam
Redewendung kelimesi, belirli bir anlamı olan, genellikle mecazî biçimde kullanılan sabit bir kelime grubunu ifade eder.
Bu tür ifadeler, kelimelerin tek tek anlamlarından farklı bir bütünsel anlam taşır.
1. Deyim veya kalıplaşmış ifade olarak
Das ist nur eine Redewendung. – Bu sadece bir deyim.
Er versteht viele deutsche Redewendungen. – O, birçok Almanca deyimi anlıyor.
2. Mecazî anlamda kullanımlar
„Jemandem den Kopf waschen“ ist eine Redewendung. – “Birine kafa yıkamak” (azarlamak) bir deyimdir.
Redewendungen machen eine Sprache lebendig. – Deyimler bir dili canlı kılar.
Etimoloji
Redewendung, iki kelimenin birleşiminden oluşur:
die Rede – konuşma, söz
die Wendung – dönüş, ifade biçimi
Kökeni, Eski Yüksek Almanca redan (“konuşmak”) ve wendan (“dönmek, çevirmek”) fiillerine dayanır.
Bu birleşim, “konuşma biçimi” veya “sözün dönüşü” anlamına gelir.
Etimolojik zincir:
Althochdeutsch: redan + wendan → Mittelhochdeutsch: rede + wendung → Neuhochdeutsch: Redewendung
Aynı kökten gelen kelimeler:
die Rede – konuşma
reden – konuşmak
die Wendung – ifade, dönüş
verwenden – kullanmak
die Ausdrucksweise – anlatım biçimi
Kullanım Alanları
Dil öğreniminde:
Redewendungen sind wichtig, um natürlich zu sprechen. – Doğal konuşmak için deyimler önemlidir.
Kültürel bağlamda:
Jede Sprache hat ihre eigenen Redewendungen. – Her dilin kendine özgü deyimleri vardır.
Edebî veya mecazî anlatımda:
Er benutzt viele alte Redewendungen. – O, birçok eski deyim kullanıyor.
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) der Ausdruck, die Phrase, die Redensart, die Sprichweise
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) das Einzelwort, die wörtliche Bedeutung
Sabit İfadeler
eine Redewendung benutzen – bir deyim kullanmak
typische Redewendungen lernen – tipik deyimleri öğrenmek
eine Redewendung wörtlich nehmen – bir deyimi kelimesi kelimesine anlamak
alte Redewendungen – eski deyimler
moderne Redewendungen – modern deyimler
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
die Rede – konuşma
Er hielt eine lange Rede. – Uzun bir konuşma yaptı.
reden – konuşmak
Wir müssen miteinander reden. – Birbirimizle konuşmalıyız.
die Wendung – ifade, dönüş
Diese Wendung ist schwer zu verstehen. – Bu ifade anlaması zor.
die Redensart – deyim
„Ins Gras beißen“ ist eine Redensart. – “Çim ısırmak” (ölmek) bir deyimdir.
der Ausdruck – ifade
Dieser Ausdruck ist typisch deutsch. – Bu ifade tipik bir Almanca ifadedir.
die Phrase – kalıp söz
Das ist nur eine leere Phrase. – Bu sadece boş bir söz.
die Sprichweise – konuşma tarzı
Seine Sprichweise ist sehr höflich. – Onun konuşma tarzı çok kibar.
das Sprichwort – atasözü
„Übung macht den Meister“ ist ein Sprichwort. – “Alıştırma ustalık kazandırır” bir atasözüdür.
verwenden – kullanmak
Er verwendet viele Redewendungen. – O, birçok deyim kullanıyor.
die Ausdrucksweise – anlatım biçimi
Ihre Ausdrucksweise ist sehr elegant. – Onun anlatım biçimi çok zarif.
auch
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Adverb / Partikel
Unveränderlich: çekimlenmez
Telaffuz: [aʊ̯x]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: de, da, ayrıca, hem de
İngilizce: also, too, as well, even
Anlam
Auch kelimesi, ekleme, benzerlik, vurgulama veya beklenmedik bir durumu ifade eden çok yönlü bir zarftır.
Bağlama göre “de/da”, “ayrıca”, “hem de” veya “hatta” anlamlarını taşır.
1. Ekleme veya benzerlik (de/da)
Ich komme auch. – Ben de geliyorum.
Er spricht Deutsch und auch Englisch. – O, Almanca ve ayrıca İngilizce konuşuyor.
2. Vurgulama veya pekiştirme (hem de, hatta)
Das ist auch teuer! – Bu da (hem de) pahalı!
Sie hat auch noch gewonnen! – Üstelik kazandı da!
3. Beklenmedik veya karşıt durumlarda (bile, hatta)
Sogar Kinder verstehen das auch. – Çocuklar bile bunu anlıyor.
Er hat das auch geschafft! – O da bunu başardı!
4. Cümle başında: bağlaç benzeri kullanım (ayrıca, üstelik)
Auch das Wetter war schön. – Ayrıca hava da güzeldi.
Auch heute regnet es. – Bugün de yağmur yağıyor.
Etimoloji
Auch, Eski Yüksek Almanca ouh veya ouhha (“de, ayrıca”) kelimesinden gelir.
Kökü, Germen auk (“eklemek, artırmak”) sözcüğüne dayanır.
Aynı kökten İngilizce also ve Hollandaca ook türemiştir.
Etimolojik zincir:
Urgermanisch: auk → Althochdeutsch: ouh → Mittelhochdeutsch: ouch → Neuhochdeutsch: auch
Aynı kökten gelen kelimeler:
außerdem – ayrıca
auch wenn – olsa bile
auch so – yine de, öyle de
auch nicht – ... de değil
Kullanım Alanları
Ekleme:
Ich esse Pizza und auch Pasta. – Pizza ve ayrıca makarna yiyorum.
Benzerlik:
Sie arbeitet hier, und ich auch. – O burada çalışıyor, ben de.
Vurgu:
Das ist auch wirklich schön! – Bu gerçekten de güzel!
Olumsuzlukla birlikte:
Ich habe das auch nicht gesehen. – Ben de bunu görmedim.
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) ebenfalls, gleichfalls, außerdem, sogar
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) aber, doch, jedoch, nur
Sabit İfadeler
auch wenn – olsa bile
nicht nur …, sondern auch … – sadece … değil, aynı zamanda …
ich auch! – ben de!
du auch? – sen de mi?
auch so – yine de, öyle de
auch mal – arada bir, bazen
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
ebenfalls – aynı şekilde
Ich wünsche dir ebenfalls viel Glück. – Ben de sana bol şans diliyorum.
gleichfalls – keza, aynı şekilde
Schönen Tag noch! – Gleichfalls! – İyi günler! – Sana da!
außerdem – ayrıca
Außerdem möchte ich etwas sagen. – Ayrıca bir şey söylemek istiyorum.
sogar – hatta
Er hat sogar geweint. – Hatta ağladı.
nicht nur …, sondern auch … – sadece … değil, aynı zamanda …
Nicht nur Kinder, sondern auch Erwachsene mögen Schokolade. – Sadece çocuklar değil, yetişkinler de çikolatayı sever.
auch wenn – olsa bile
Auch wenn es regnet, gehen wir spazieren. – Yağmur yağsa bile yürüyüşe çıkıyoruz.
auch so – yine de
Na gut, auch so ist es okay. – Peki, böyle de olur.
auch mal – arada bir
Man sollte auch mal Pause machen. – Arada bir mola vermek gerekir.
auch nicht – ... de değil
Ich habe das auch nicht gehört. – Ben de bunu duymadım.
außerdem – ayrıca
Außerdem war das Essen lecker. – Ayrıca yemek lezzetliydi.
noch
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Adverb / Partikel
Unveränderlich: çekimlenmez
Telaffuz: [nɔx]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: hâlâ, daha, henüz, yine, bile
İngilizce: still, yet, even, another, more
Anlam
Noch kelimesi, Almanca’da zaman, miktar, karşılaştırma veya vurgulama anlamı taşıyan çok yönlü bir zarftır.
Bağlama göre “hâlâ”, “henüz”, “daha”, “yine”, “bile” gibi anlamlara gelir.
1. Zaman anlamında (hâlâ, henüz)
Ich bin noch hier. – Hâlâ buradayım.
Er hat noch nicht gegessen. – Henüz yemek yemedi.
2. Miktar veya derece anlamında (daha, biraz daha)
Ich brauche noch Wasser. – Daha suya ihtiyacım var.
Kann ich noch ein Stück Kuchen haben? – Bir parça daha kek alabilir miyim?
3. Karşılaştırma anlamında (daha ...)
Sie ist noch schöner als gestern. – O, dünden bile daha güzel.
Das ist noch besser! – Bu daha da iyi!
4. Vurgulama veya beklenmedik durum (bile, üstelik)
Er hat noch gewonnen! – Üstelik kazandı da!
Das ist noch schlimmer! – Bu daha da kötü!
5. Zaman ifadesiyle birlikte (henüz, hâlâ)
Noch heute – bugün bile
Noch nie – hiç (şimdiye kadar hiç)
Noch einmal – bir kez daha
Noch immer – hâlâ
Etimoloji
Noch, Eski Yüksek Almanca noh (“hâlâ, yine, daha”) kelimesinden gelir.
Kökü, Germen nuh (“hala, yine”) sözcüğüne dayanır.
Aynı kökten İngilizce now ve Hollandaca nog türemiştir.
Etimolojik zincir:
Urgermanisch: nuh → Althochdeutsch: noh → Mittelhochdeutsch: noch → Neuhochdeutsch: noch
Aynı kökten gelen kelimeler:
nochmals / nochmal – bir kez daha
noch immer – hâlâ
noch nie – hiç
noch nicht – henüz değil
Kullanım Alanları
Zaman:
Ich warte noch. – Hâlâ bekliyorum.
Miktar:
Ich möchte noch Kaffee. – Biraz daha kahve istiyorum.
Karşılaştırma:
Das ist noch interessanter. – Bu daha da ilginç.
Olumsuzlukla birlikte:
Ich habe das noch nicht gesehen. – Henüz bunu görmedim.
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) immer noch, weiterhin, zusätzlich, sogar
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) nicht mehr, schon, bereits
Sabit İfadeler
noch einmal – bir kez daha
noch nie – hiç (şimdiye kadar)
noch immer – hâlâ
noch nicht – henüz değil
noch dazu – üstelik
noch heute – bugün bile
noch besser / schlimmer – daha iyi / daha kötü
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
immer noch – hâlâ
Er schläft immer noch. – Hâlâ uyuyor.
nicht mehr – artık değil
Ich arbeite nicht mehr dort. – Artık orada çalışmıyorum.
schon – zaten, çoktan
Ich habe das schon gemacht. – Bunu zaten yaptım.
bereits – çoktan
Er ist bereits angekommen. – O zaten geldi.
nochmals / nochmal – bir kez daha
Sag das nochmal, bitte. – Lütfen bunu bir kez daha söyle.
noch nie – hiç
Ich war noch nie in Berlin. – Hiç Berlin’de bulunmadım.
noch nicht – henüz değil
Ich habe noch nicht gegessen. – Henüz yemek yemedim.
noch immer – hâlâ
Sie wartet noch immer. – O hâlâ bekliyor.
noch dazu – üstelik
Er kam zu spät und war noch dazu unfreundlich. – Geç geldi, üstelik kaba davrandı.
weiterhin – hâlâ, devam ederek
Wir arbeiten weiterhin an dem Projekt. – Proje üzerinde çalışmaya devam ediyoruz.
der Tag
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Substantiv (isim)
Genus: maskulin
Artikel: der Tag
Plural: die Tage
Telaffuz: [taːk]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: gün
İngilizce: day
Anlam
Tag kelimesi, temel olarak 24 saatlik zaman dilimini veya gündüz vaktini ifade eder.
Ayrıca belirli bir tarih, özel bir gün ya da günlük yaşam anlamlarında da kullanılır.
1. Zaman birimi olarak (24 saat)
Ein Tag hat 24 Stunden. – Bir gün 24 saattir.
Ich bleibe drei Tage in Berlin. – Berlin’de üç gün kalıyorum.
2. Gündüz vakti (geceye karşıt olarak)
Am Tag ist es hell, in der Nacht dunkel. – Gündüz aydınlıktır, gece karanlık.
Tagsüber arbeite ich, abends ruhe ich mich aus. – Gündüz çalışırım, akşam dinlenirim.
3. Belirli bir tarih veya özel gün
Der Tag der Deutschen Einheit ist am 3. Oktober. – Alman Birliği Günü 3 Ekim’dedir.
Heute ist ein besonderer Tag. – Bugün özel bir gün.
4. Günlük yaşam veya rutin anlamında
Der Alltag kann manchmal stressig sein. – Günlük yaşam bazen stresli olabilir.
Er beginnt den Tag mit Yoga. – Güne yoga ile başlıyor.
Etimoloji
Tag, Eski Yüksek Almanca tag veya tac (“gün, gündüz”) kelimesinden gelir.
Kökü, Germen dagaz (“gün, ışık”) sözcüğüne dayanır.
Aynı kökten İngilizce day ve Hollandaca dag türemiştir.
Etimolojik zincir:
Urgermanisch: dagaz → Althochdeutsch: tag / tac → Mittelhochdeutsch: tag → Neuhochdeutsch: Tag
Aynı kökten gelen kelimeler:
täglich – günlük
der Alltag – günlük yaşam
heutig – bugünkü
tagsüber – gündüz vakti
der Feiertag – tatil günü
Kullanım Alanları
Zaman ölçüsü:
Ich arbeite fünf Tage pro Woche. – Haftada beş gün çalışıyorum.
Gündüz vakti:
Am Tag ist es wärmer als in der Nacht. – Gündüz, geceden daha sıcaktır.
Belirli günler:
Am ersten Tag war das Wetter schön. – İlk gün hava güzeldi.
Mecazî anlamda:
Sein Tag wird kommen. – Onun günü gelecek (şansı dönecek).
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) der Kalendertag, der Zeitraum, der Alltag
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) die Nacht, der Abend, der Morgen
Sabit İfadeler
Guten Tag! – İyi günler!
Tag und Nacht – gece gündüz
am Tag / tagsüber – gündüz
eines Tages – bir gün
der nächste Tag – ertesi gün
Tag für Tag – gün be gün
der Tag der offenen Tür – tanıtım günü
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
die Nacht – gece
Nachts ist es ruhig. – Geceleri sessizdir.
der Morgen – sabah
Guten Morgen! – Günaydın!
der Abend – akşam
Am Abend lese ich gern. – Akşamları okumayı severim.
der Alltag – günlük yaşam
Der Alltag beginnt früh. – Günlük yaşam erken başlar.
täglich – günlük
Ich trinke täglich Kaffee. – Her gün kahve içerim.
tagsüber – gündüz vakti
Tagsüber ist die Stadt laut. – Gündüz şehir gürültülüdür.
heutig – bugünkü
Das heutige Wetter ist schön. – Bugünkü hava güzel.
der Feiertag – tatil günü
Am Feiertag haben wir frei. – Tatil gününde izinliyiz.
der Werktag – iş günü
Montag ist ein Werktag. – Pazartesi bir iş günüdür.
der Sonnentag – güneşli gün
Ein schöner Sonnentag am Meer. – Denizde güzel bir güneşli gün.
die Zeit
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Substantiv (isim)
Genus: feminin
Artikel: die Zeit
Plural: die Zeiten
Telaffuz: [tsaɪ̯t]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: zaman, vakit, dönem
İngilizce: time, period, era
Anlam
Zeit kelimesi, olayların ardışık olarak gerçekleştiği süre veya akış anlamına gelir.
Ayrıca belirli bir dönem, çağ, an ya da boş vakit anlamlarında da kullanılır.
1. Genel anlamda zaman
Die Zeit vergeht schnell. – Zaman çabuk geçiyor.
Mit der Zeit wird alles besser. – Zamanla her şey düzelir.
2. Belirli bir dönem veya çağ
In dieser Zeit lebte Goethe. – Goethe bu dönemde yaşadı.
Die Zeit des Krieges war schwer. – Savaş dönemi zordu.
3. Boş vakit veya uygun zaman
Ich habe keine Zeit. – Vaktim yok.
Hast du Zeit für einen Kaffee? – Kahve için vaktin var mı?
4. Belirli bir an veya saat
Um diese Zeit bin ich immer zu Hause. – Bu saatte her zaman evdeyim.
Es ist Zeit zu gehen. – Gitme zamanı geldi.
Etimoloji
Zeit, Eski Yüksek Almanca zīt (“zaman, dönem”) kelimesinden gelir.
Kökü, Germen tīdiz (“zaman, mevsim”) sözcüğüne dayanır.
Aynı kökten İngilizce tide (eski anlamıyla “zaman, dönem”) ve Hollandaca tijd türemiştir.
Etimolojik zincir:
Urgermanisch: tīdiz → Althochdeutsch: zīt → Mittelhochdeutsch: zît → Neuhochdeutsch: Zeit
Aynı kökten gelen kelimeler:
zeitig – erken, zamanında
zeitig sein – zamanında olmak
die Jahreszeit – mevsim
die Uhrzeit – saat
zeitlos – zamansız
Kullanım Alanları
Zamanın akışı:
Die Zeit heilt alle Wunden. – Zaman her yarayı iyileştirir.
Belirli dönem:
In der Zeit des Mittelalters. – Orta Çağ döneminde.
Boş vakit:
Ich habe heute keine Zeit. – Bugün vaktim yok.
Zaman ifadesiyle birlikte:
Zur Zeit arbeite ich viel. – Şu sıralar çok çalışıyorum.
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) der Zeitraum, die Epoche, die Periode, der Moment
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) die Ewigkeit, der Augenblick (anlık)
Sabit İfadeler
keine Zeit haben – vakti olmamak
Zeit haben für … – bir şey için vakti olmak
mit der Zeit – zamanla
zur Zeit – şu anda
Es ist höchste Zeit. – Artık zamanı geldi.
die Zeit vergeht – zaman geçiyor
Zeit verbringen – zaman geçirmek
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
der Moment – an
Ein schöner Moment im Leben. – Hayatta güzel bir an.
der Augenblick – anlık
Im Augenblick bin ich beschäftigt. – Şu anda meşgulüm.
der Zeitraum – zaman aralığı
Der Zeitraum war sehr kurz. – Zaman aralığı çok kısaydı.
die Epoche – dönem
Die Epoche der Aufklärung begann im 18. Jahrhundert. – Aydınlanma dönemi 18. yüzyılda başladı.
die Periode – dönem, süreç
Diese Periode war wirtschaftlich schwierig. – Bu dönem ekonomik olarak zordu.
die Jahreszeit – mevsim
Der Winter ist meine Lieblingsjahreszeit. – Kış benim en sevdiğim mevsimdir.
die Uhrzeit – saat
Weißt du die genaue Uhrzeit? – Tam saati biliyor musun?
zeitig – erken
Er kam sehr zeitig zur Arbeit. – O işe çok erken geldi.
zeitlos – zamansız
Das Design ist zeitlos schön. – Tasarım zamansız bir güzelliğe sahip.
die Ewigkeit – sonsuzluk
Nichts dauert ewig, außer der Zeit selbst. – Zamanın kendisi dışında hiçbir şey sonsuza dek sürmez.
bis
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Präposition / Konjunktion / Adverb
Unveränderlich: çekimlenmez
Telaffuz: [bɪs]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: -e kadar, dek, -inceye kadar
İngilizce: until, till, by, up to
Anlam
Bis kelimesi, bir sınır, son nokta veya zaman aralığının bitişini ifade eder.
Zaman, yer veya koşul bildiren cümlelerde kullanılır.
1. Zaman anlamında (…e kadar)
Ich bleibe bis morgen. – Yarın kadar (yarına dek) kalıyorum.
Bis wann arbeitest du? – Ne zamana kadar çalışıyorsun?
Bis jetzt war alles gut. – Şimdiye kadar her şey iyiydi.
2. Yer anlamında (…e kadar, …e dek)
Wir fahren bis Berlin. – Berlin’e kadar gidiyoruz.
Der Weg geht bis zum Fluss. – Yol nehre kadar uzanıyor.
3. Koşul veya sınır anlamında (…e kadar, …inceye kadar)
Warte, bis ich fertig bin. – Ben bitirene kadar bekle.
Bleib hier, bis es aufhört zu regnen. – Yağmur durana kadar burada kal.
4. Zaman aralığı belirtirken (von … bis …)
Von Montag bis Freitag arbeite ich. – Pazartesiden cumaya kadar çalışıyorum.
Der Unterricht dauert von 8 bis 10 Uhr. – Ders 8’den 10’a kadar sürüyor.
Etimoloji
Bis, Latince bis (“iki kez, kadar”) kelimesinden gelir.
Orta Çağ’da Eski Fransızca ve Latince aracılığıyla Almanca’ya geçmiştir.
Başlangıçta “ikiye kadar” anlamındayken, zamanla “sınıra kadar” anlamını kazanmıştır.
Etimolojik zincir:
Lateinisch: bis → Mittellateinisch: bis → Mittelhochdeutsch: bis → Neuhochdeutsch: bis
Aynı kökten gelen kelimeler:
bislang – şimdiye kadar
bisher – bugüne kadar
bisweilen – bazen
bis dahin – o zamana kadar
Kullanım Alanları
Zaman sınırı:
Ich arbeite bis spät in die Nacht. – Gece geç saatlere kadar çalışıyorum.
Yer sınırı:
Bis zur Kreuzung geradeaus. – Kavşağa kadar dümdüz.
Koşul:
Bleib hier, bis ich zurückkomme. – Ben dönene kadar burada kal.
Zaman aralığı:
Von Januar bis März. – Ocaktan Marta kadar.
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) bis zu, bis hin zu, bis dahin, solange bis
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) ab, seit
Sabit İfadeler
bis bald – yakında görüşürüz
bis später – sonra görüşürüz
bis gleich – birazdan görüşürüz
bis dann – o zamana kadar
bis jetzt – şimdiye kadar
bis zum Ende – sonuna kadar
von … bis … – …den …e kadar
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
bislang – şimdiye kadar
Bislang war alles ruhig. – Şimdiye kadar her şey sakindi.
bisher – bugüne kadar
Bisher habe ich nichts gehört. – Şimdiye kadar hiçbir şey duymadım.
bisweilen – bazen
Bisweilen ist das Leben kompliziert. – Bazen hayat karmaşıktır.
bis dahin – o zamana kadar
Bis dahin wünsche ich dir alles Gute. – O zamana kadar her şeyin iyi olmasını dilerim.
bis zum Schluss – sonuna kadar
Er kämpfte bis zum Schluss. – Sonuna kadar savaştı.
bis auf – hariç, dışında
Bis auf ein paar Fehler war alles gut. – Birkaç hata dışında her şey iyiydi.
bis zu – kadar
Bis zu zehn Personen können teilnehmen. – On kişiye kadar katılabilir.
solange bis – …e kadar
Warte, solange bis ich komme. – Ben gelene kadar bekle.
ab – itibaren
Ab morgen beginnt der Kurs. – Kurs yarından itibaren başlıyor.
seit – beri
Ich wohne seit 2010 in Berlin. – 2010’dan beri Berlin’de yaşıyorum.
das Beispiel
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Substantiv (isim)
Genus: Neutrum
Artikel: das Beispiel
Plural: die Beispiele
Telaffuz: [ˈbaɪ̯ʃpiːl]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: örnek, misal
İngilizce: example, instance, model
Anlam
Beispiel kelimesi, bir durumu, kuralı veya kavramı açıklamak için verilen örnek veya model anlamına gelir.
Ayrıca örnek alınacak kişi veya davranış anlamında da kullanılır.
1. Açıklayıcı örnek olarak
Zum Beispiel ist Berlin eine große Stadt. – Örneğin Berlin büyük bir şehirdir.
Kannst du mir ein Beispiel geben? – Bana bir örnek verebilir misin?
2. Model veya örnek alınacak kişi/davranış olarak
Er ist ein gutes Beispiel für Mut. – O, cesaretin iyi bir örneğidir.
Sie sollte sich ein Beispiel an ihm nehmen. – Ondan örnek almalı.
3. Kalıplaşmış ifadelerde
Zum Beispiel (z. B.) – örneğin
ein Beispiel nennen – örnek vermek
ein Beispiel folgen – bir örneği izlemek
Etimoloji
Beispiel, Eski Yüksek Almanca bīspil veya bīspilī (“örnek, model”) kelimesinden gelir.
Kökü, bei- (yakın, yanında) ve Spiel (oyun, gösteri) kelimelerinin birleşimidir.
Başlangıçta “bir şeyin yanında gösterilen oyun veya sahne” anlamındayken, zamanla “örnek” anlamını kazanmıştır.
Etimolojik zincir:
Althochdeutsch: bīspil → Mittelhochdeutsch: beispil → Neuhochdeutsch: Beispiel
Aynı kökten gelen kelimeler:
zum Beispiel (z. B.) – örneğin
beispielhaft – örnek niteliğinde
beispielsweise – örneğin, mesela
Kullanım Alanları
Açıklama veya öğretim:
Das ist ein gutes Beispiel für Teamarbeit. – Bu, ekip çalışmasına iyi bir örnektir.
Kural veya durum açıklaması:
Zum Beispiel kann man das so machen. – Örneğin bunu böyle yapabiliriz.
Davranış modeli:
Er ist ein Beispiel für Geduld. – O, sabrın bir örneğidir.
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) das Muster, das Vorbild, das Exempel
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) die Ausnahme – istisna
Sabit İfadeler
zum Beispiel (z. B.) – örneğin
ein Beispiel geben / nennen – örnek vermek
ein gutes / schlechtes Beispiel sein – iyi / kötü örnek olmak
sich ein Beispiel nehmen an … – birinden örnek almak
am Beispiel von … – … örneğinde
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
beispielsweise – örneğin
Beispielsweise kann man das anders lösen. – Örneğin bunu farklı şekilde çözebiliriz.
beispielhaft – örnek niteliğinde
Sein Verhalten war beispielhaft. – Davranışı örnek niteliğindeydi.
das Muster – model, desen
Das ist ein typisches Muster. – Bu tipik bir modeldir.
das Vorbild – örnek alınacak kişi
Sie ist ein Vorbild für viele Menschen. – O, birçok insan için örnektir.
das Exempel – örnek, ibret
Ein Exempel statuieren – ibretlik bir örnek oluşturmak.
die Ausnahme – istisna
Das ist die Ausnahme, nicht die Regel. – Bu kural değil, istisnadır.
zeigen – göstermek
Er zeigte ein Beispiel auf der Tafel. – Tahtada bir örnek gösterdi.
erklären – açıklamak
Ich erkläre es dir mit einem Beispiel. – Sana bir örnekle açıklayayım.
veranschaulichen – somutlaştırmak
Das Diagramm veranschaulicht das Beispiel. – Diyagram örneği somutlaştırıyor.
lernen – öğrenmek
Man kann viel aus Beispielen lernen. – Örneklerden çok şey öğrenilebilir.
die E-Mail
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Substantiv (isim)
Genus: feminin
Artikel: die E-Mail
Plural: die E-Mails
Telaffuz: [ˈiːmeɪ̯l]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: e-posta, elektronik posta
İngilizce: e-mail, electronic mail
Anlam
E-Mail kelimesi, elektronik ortamda gönderilen yazılı mesaj anlamına gelir.
Kişisel, iş veya resmi iletişimde kullanılır.
1. İletişim aracı olarak
Ich schreibe dir eine E-Mail. – Sana bir e-posta yazıyorum.
Hast du meine E-Mail bekommen? – E-postamı aldın mı?
2. İş hayatında veya resmi yazışmalarda
Bitte senden Sie uns die Unterlagen per E-Mail. – Lütfen belgeleri e-posta ile gönderin.
Die E-Mail-Kommunikation ist heute sehr wichtig. – E-posta iletişimi bugün çok önemlidir.
3. Teknik anlamda (sistem veya adres olarak)
Meine E-Mail-Adresse ist privat. – E-posta adresim özeldir.
Ich habe ein Problem mit meinem E-Mail-Postfach. – E-posta kutumla ilgili bir sorunum var.
Etimoloji
E-Mail, İngilizce electronic mail (“elektronik posta”) ifadesinden gelir.
Almanca’ya 1990’larda bilgisayar ve internet teknolojilerinin yaygınlaşmasıyla geçmiştir.
Kısaltma: E = elektronisch, Mail = Postsendung (posta gönderisi).
Etimolojik zincir:
Englisch: electronic mail → Kurzform: e-mail → Deutsch: E-Mail
Aynı kökten gelen kelimeler:
die Mail – posta, e-posta
mailen – e-posta göndermek
die E-Mail-Adresse – e-posta adresi
das Postfach – posta kutusu
Kullanım Alanları
Kişisel iletişim:
Ich bekomme viele E-Mails von Freunden. – Arkadaşlarımdan birçok e-posta alıyorum.
İş ortamı:
Er beantwortet täglich über 50 E-Mails. – O, günde 50’den fazla e-postayı yanıtlıyor.
Teknik bağlam:
Die E-Mail wurde automatisch weitergeleitet. – E-posta otomatik olarak yönlendirildi.
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) die elektronische Post, die Mail
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) der Brief – mektup (fiziksel posta)
Sabit İfadeler
eine E-Mail schreiben / senden / schicken – e-posta yazmak / göndermek
eine E-Mail bekommen / erhalten – e-posta almak
per E-Mail – e-posta yoluyla
die E-Mail-Adresse – e-posta adresi
die E-Mail öffnen / löschen – e-postayı açmak / silmek
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
die Mail – posta, e-posta
Ich habe dir eine Mail geschickt. – Sana bir e-posta gönderdim.
mailen – e-posta göndermek
Kannst du mir die Datei mailen? – Dosyayı bana e-postayla gönderebilir misin?
die E-Mail-Adresse – e-posta adresi
Wie lautet deine E-Mail-Adresse? – E-posta adresin nedir?
das Postfach – posta kutusu
Mein Postfach ist voll. – Posta kutum dolu.
die Nachricht – mesaj
Ich habe eine Nachricht per E-Mail bekommen. – E-posta yoluyla bir mesaj aldım.
der Anhang – ek dosya
Die E-Mail hat einen Anhang. – E-postada bir ek dosya var.
der Empfänger – alıcı
Der Empfänger hat die E-Mail geöffnet. – Alıcı e-postayı açtı.
der Absender – gönderen
Der Absender ist unbekannt. – Gönderen bilinmiyor.
die Kommunikation – iletişim
E-Mail ist ein wichtiges Kommunikationsmittel. – E-posta önemli bir iletişim aracıdır.
der Brief – mektup
Früher schrieb man Briefe, heute E-Mails. – Eskiden mektup yazılırdı, şimdi e-posta.
schreiben
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Verb (fiil)
Grundform: schreiben
Präsens: ich schreibe
Präteritum: ich schrieb
Perfekt: ich habe geschrieben
Partizip II: geschrieben
Hilfsverb: haben
Trennbar: hayır
Telaffuz: [ˈʃʁaɪ̯bən]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: yazmak
İngilizce: to write
Anlam
Schreiben fiili, harflerle, kelimelerle veya sembollerle bir şeyi ifade etmek, kaydetmek veya iletmek anlamına gelir.
Hem fiziksel (kalemle yazmak) hem de dijital (bilgisayarda yazmak) bağlamlarda kullanılır.
1. Yazmak (metin, mektup, e-posta vb.)
Ich schreibe einen Brief. – Bir mektup yazıyorum.
Er schreibt eine E-Mail an seine Freundin. – Kız arkadaşına bir e-posta yazıyor.
2. Yazılı olarak ifade etmek
Sie schreibt Gedichte. – O, şiirler yazıyor.
Der Autor schreibt über das Leben in Berlin. – Yazar, Berlin’deki yaşam hakkında yazıyor.
3. Not almak veya kaydetmek
Schreib das bitte auf! – Lütfen bunu yaz!
Er schreibt alles in sein Notizbuch. – Her şeyi not defterine yazıyor.
4. Resmî veya akademik bağlamda
Ich schreibe morgen eine Prüfung. – Yarın sınava giriyorum (kelimenin tam anlamıyla “bir sınav yazıyorum”).
Sie schreibt ihre Masterarbeit. – O, yüksek lisans tezini yazıyor.
Etimoloji
Schreiben, Eski Yüksek Almanca scrīban (“çizmek, yazmak”) kelimesinden gelir.
Kökü, Latince scribere (“yazmak”) fiiline dayanır.
Aynı kökten İngilizce scribe, script, describe ve Fransızca écrire türemiştir.
Etimolojik zincir:
Lateinisch: scribere → Althochdeutsch: scrīban → Mittelhochdeutsch: schrīben → Neuhochdeutsch: schreiben
Aynı kökten gelen kelimeler:
der Schreiber – yazar, yazıcı
das Schreiben – yazı, mektup
die Schrift – yazı, alfabe
beschreiben – tanımlamak, betimlemek
verschreiben – reçete yazmak, yanlış yazmak
Kullanım Alanları
Kişisel iletişim:
Ich schreibe dir jeden Tag. – Sana her gün yazıyorum.
Edebî veya sanatsal üretim:
Er schreibt Romane. – Romanlar yazıyor.
Eğitim ve iş:
Wir schreiben heute einen Test. – Bugün sınav oluyoruz.
Teknik veya dijital bağlam:
Er schreibt den Code für die App. – Uygulamanın kodunu yazıyor.
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) notieren, aufzeichnen, verfassen
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) lesen, sprechen, löschen
Sabit İfadeler
jemandem schreiben – birine yazmak
etwas aufschreiben – bir şeyi not almak
gut / schön schreiben – güzel yazmak
eine E-Mail / einen Brief schreiben – e-posta / mektup yazmak
über etwas schreiben – bir şey hakkında yazmak
sich verschreiben – yanlış yazmak
abschreiben – kopya çekmek, yazıyı geçirmek
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
das Schreiben – yazı, mektup
Ich habe ein offizielles Schreiben bekommen. – Resmî bir yazı aldım.
der Schreiber – yazar
Der Schreiber des Briefes ist unbekannt. – Mektubun yazarı bilinmiyor.
die Schrift – yazı, alfabe
Die arabische Schrift ist sehr schön. – Arap alfabesi çok güzeldir.
beschreiben – tanımlamak
Kannst du mir den Weg beschreiben? – Bana yolu tarif edebilir misin?
aufschreiben – not almak
Schreib deine Ideen auf! – Fikirlerini yaz!
verschreiben – reçete yazmak / yanlış yazmak
Der Arzt hat mir ein Medikament verschrieben. – Doktor bana bir ilaç yazdı.
abschreiben – kopya çekmek / yazıyı geçirmek
Bitte nicht abschreiben! – Lütfen kopya çekmeyin!
umschreiben – yeniden yazmak
Er hat den Text umgeschrieben. – Metni yeniden yazdı.
einschreiben – kayıtlı göndermek / kaydolmak
Ich habe den Brief eingeschrieben geschickt. – Mektubu taahhütlü gönderdim.
lesen – okumak
Ich lese, was du geschrieben hast. – Yazdığını okuyorum.
das Meeting
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Substantiv (isim)
Genus: Neutrum
Artikel: das Meeting
Plural: die Meetings
Telaffuz: [ˈmiːtɪŋ]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: toplantı, görüşme, buluşma
İngilizce: meeting, session, gathering
Anlam
Meeting kelimesi, iş, proje veya belirli bir konu hakkında konuşmak için yapılan planlı buluşma veya toplantı anlamına gelir.
Genellikle iş dünyasında, ekip çalışmalarında veya çevrim içi ortamlarda kullanılır.
1. İş toplantısı olarak
Wir haben morgen ein Meeting mit dem Chef. – Yarın patronla bir toplantımız var.
Das Meeting beginnt um 10 Uhr. – Toplantı saat 10’da başlıyor.
2. Ekip veya proje görüşmesi olarak
Im Meeting besprechen wir die neuen Ideen. – Toplantıda yeni fikirleri tartışıyoruz.
Das wöchentliche Team-Meeting ist sehr wichtig. – Haftalık ekip toplantısı çok önemlidir.
3. Çevrim içi toplantı (online)
Das Meeting findet über Zoom statt. – Toplantı Zoom üzerinden gerçekleşiyor.
Ich habe gleich ein Online-Meeting. – Az sonra çevrim içi bir toplantım var.
Etimoloji
Meeting, İngilizce meeting (“buluşma, toplantı”) kelimesinden gelir.
Kökü, Eski İngilizce mētan (“buluşmak, karşılaşmak”) fiiline dayanır.
Almanca’ya 20. yüzyılın ikinci yarısında iş dünyası ve uluslararası iletişimle birlikte geçmiştir.
Etimolojik zincir:
Altenglisch: mētan → Englisch: meeting → Deutsch: Meeting
Aynı kökten gelen kelimeler:
das Team-Meeting – ekip toplantısı
das Online-Meeting – çevrim içi toplantı
das Business-Meeting – iş toplantısı
Kullanım Alanları
İş ortamı:
Das Meeting dauert eine Stunde. – Toplantı bir saat sürüyor.
Proje planlaması:
Wir planen das nächste Meeting für Freitag. – Bir sonraki toplantıyı cuma günü planlıyoruz.
Çevrim içi iletişim:
Ich schicke dir den Meeting-Link. – Sana toplantı bağlantısını gönderiyorum.
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) die Besprechung, die Sitzung, die Konferenz, das Treffen
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) die Pause, die Freizeit
Sabit İfadeler
ein Meeting haben – toplantısı olmak
ein Meeting planen / organisieren – toplantı planlamak / düzenlemek
an einem Meeting teilnehmen – bir toplantıya katılmak
das Meeting absagen / verschieben – toplantıyı iptal etmek / ertelemek
im Meeting sein – toplantıda olmak
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
die Besprechung – görüşme
Wir haben eine kurze Besprechung vor dem Meeting. – Toplantıdan önce kısa bir görüşmemiz var.
die Sitzung – oturum, toplantı
Die Sitzung beginnt um neun Uhr. – Oturum saat dokuzda başlıyor.
die Konferenz – konferans
Die Konferenz findet in Berlin statt. – Konferans Berlin’de gerçekleşiyor.
das Treffen – buluşma
Unser Treffen war sehr produktiv. – Buluşmamız çok verimliydi.
das Gespräch – konuşma, görüşme
Nach dem Meeting hatten wir ein persönliches Gespräch. – Toplantıdan sonra kişisel bir görüşmemiz oldu.
planen – planlamak
Wir planen das nächste Meeting für Montag. – Bir sonraki toplantıyı pazartesiye planlıyoruz.
organisieren – düzenlemek
Sie organisiert das wöchentliche Meeting. – Haftalık toplantıyı o düzenliyor.
teilnehmen – katılmak
Ich nehme am Meeting teil. – Toplantıya katılıyorum.
verschieben – ertelemek
Das Meeting wurde auf morgen verschoben. – Toplantı yarına ertelendi.
absagen – iptal etmek
Das Meeting wurde abgesagt. – Toplantı iptal edildi.
planen
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Verb (fiil)
Grundform: planen
Präsens: ich plane
Präteritum: ich plante
Perfekt: ich habe geplant
Partizip II: geplant
Hilfsverb: haben
Trennbar: hayır
Telaffuz: [ˈplaːnən]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: planlamak, tasarlamak, düzenlemek
İngilizce: to plan, to design, to schedule
Anlam
Planen fiili, bir şeyi önceden düşünmek, hazırlamak veya organize etmek anlamına gelir.
Hem kişisel hem de profesyonel bağlamlarda kullanılır.
1. Bir etkinliği veya işi planlamak
Wir planen eine Reise nach Spanien. – İspanya’ya bir seyahat planlıyoruz.
Ich plane mein Wochenende. – Hafta sonumu planlıyorum.
2. Projeleri veya görevleri organize etmek
Das Team plant ein neues Projekt. – Ekip yeni bir proje planlıyor.
Sie plant die nächste Besprechung. – O, bir sonraki toplantıyı planlıyor.
3. Tasarım veya yapı anlamında
Der Architekt plant ein neues Gebäude. – Mimar yeni bir bina tasarlıyor.
Die Stadt plant eine neue U-Bahn-Linie. – Şehir yeni bir metro hattı planlıyor.
4. Kişisel hedef veya niyet belirtmek
Ich plane, Deutsch zu lernen. – Almanca öğrenmeyi planlıyorum.
Er plant, bald umzuziehen. – O, yakında taşınmayı planlıyor.
Etimoloji
Planen, Fransızca plan (“taslak, çizim, plan”) kelimesinden türemiştir.
Kökü, Latince planus (“düz, açık, net”) sözcüğüne dayanır.
Başlangıçta “taslak çizmek” anlamındayken, zamanla “önceden düzenlemek” anlamını kazanmıştır.
Etimolojik zincir:
Lateinisch: planus → Französisch: plan → Deutsch: planen
Aynı kökten gelen kelimeler:
der Plan – plan, tasarı
die Planung – planlama
planmäßig – planlı, düzenli
der Planer – planlayıcı
Kullanım Alanları
Kişisel yaşam:
Ich plane meinen Urlaub im Sommer. – Tatilimi yazın planlıyorum.
İş dünyası:
Wir planen die nächsten Schritte im Projekt. – Projedeki sonraki adımları planlıyoruz.
Tasarım ve mühendislik:
Das Ingenieurteam plant eine neue Brücke. – Mühendis ekibi yeni bir köprü planlıyor.
Zaman yönetimi:
Plane deinen Tag gut! – Gününü iyi planla!
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) organisieren, vorbereiten, entwerfen, konzipieren
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) improvisieren, vergessen, verwerfen
Sabit İfadeler
etwas planen – bir şeyi planlamak
gut / sorgfältig planen – iyi / dikkatlice planlamak
eine Reise / ein Projekt planen – bir seyahat / proje planlamak
im Voraus planen – önceden planlamak
etwas genau planen – bir şeyi ayrıntılı planlamak
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
der Plan – plan
Der Plan ist sehr detailliert. – Plan çok ayrıntılı.
die Planung – planlama
Die Planung des Events dauert zwei Wochen. – Etkinliğin planlaması iki hafta sürüyor.
planmäßig – planlı, düzenli
Der Zug fährt planmäßig um 9 Uhr ab. – Tren planlandığı gibi saat 9’da kalkıyor.
der Planer – planlayıcı
Er ist ein erfahrener Stadtplaner. – O, deneyimli bir şehir planlayıcısıdır.
organisieren – düzenlemek
Sie organisiert und plant alles perfekt. – Her şeyi mükemmel şekilde düzenliyor ve planlıyor.
vorbereiten – hazırlamak
Ich bereite mich auf das Meeting vor. – Toplantıya hazırlanıyorum.
entwerfen – tasarlamak
Der Designer entwirft neue Möbel. – Tasarımcı yeni mobilyalar tasarlıyor.
konzipieren – tasarlamak, planlamak
Das Konzept wurde sorgfältig konzipiert. – Konsept özenle planlandı.
improvisieren – doğaçlama yapmak
Manchmal muss man improvisieren, wenn der Plan nicht funktioniert. – Plan işe yaramadığında bazen doğaçlama yapmak gerekir.
verwerfen – reddetmek, vazgeçmek
Wir haben den alten Plan verworfen. – Eski plandan vazgeçtik.
mit
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Präposition
Kasus: Dativ
Unveränderlich: çekimlenmez
Telaffuz: [mɪt]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: ile, birlikte, -le/-la
İngilizce: with, by, using
Anlam
Mit edatı, birliktelik, araç, eşlik veya ilişki anlamı taşır.
Her zaman Dativ hâliyle kullanılır.
1. Birliktelik veya eşlik (ile, birlikte)
Ich gehe mit dir ins Kino. – Seninle sinemaya gidiyorum.
Er wohnt mit seiner Familie in Berlin. – Ailesiyle Berlin’de yaşıyor.
2. Araç veya yöntem (ile, -le)
Ich fahre mit dem Bus. – Otobüsle gidiyorum.
Sie schreibt mit einem Bleistift. – Kurşun kalemle yazıyor.
3. Birlikte yapılan eylem (katılım, beraberlik)
Kommst du mit? – Geliyor musun (benimle)?
Er arbeitet mit anderen Kollegen zusammen. – Diğer meslektaşlarıyla birlikte çalışıyor.
4. Duygu, tarz veya tutum (ile, -le)
Mit Freude hat sie das Geschenk geöffnet. – Hediyeyi sevinçle açtı.
Er spricht mit Ruhe und Geduld. – Sakinlik ve sabırla konuşuyor.
5. İçerik veya özellik (bir şeyle donanmış)
Ein Kaffee mit Milch, bitte. – Sütlü bir kahve lütfen.
Ein Zimmer mit Balkon. – Balkonlu bir oda.
Etimoloji
Mit, Eski Yüksek Almanca mit veya mitti (“birlikte, yanında”) kelimesinden gelir.
Kökü, Germen midi (“birlikte, arasında”) sözcüğüne dayanır.
Aynı kökten İngilizce mid (“orta, arasında”) ve Hollandaca met (“ile”) türemiştir.
Etimolojik zincir:
Urgermanisch: midi → Althochdeutsch: mit / mitti → Mittelhochdeutsch: mit → Neuhochdeutsch: mit
Aynı kökten gelen kelimeler:
miteinander – birbirleriyle
mitkommen – birlikte gelmek
mitmachen – katılmak
mitnehmen – yanında almak
mitteilen – bildirmek
Kullanım Alanları
Birliktelik:
Ich esse mit meinen Freunden. – Arkadaşlarımla yemek yiyorum.
Araç:
Er fährt mit dem Fahrrad. – Bisikletle gidiyor.
Tarz:
Sie arbeitet mit großer Sorgfalt. – Büyük bir özenle çalışıyor.
İçerik:
Ein Brot mit Käse. – Peynirli bir ekmek.
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) gemeinsam mit, zusammen mit, unter Verwendung von
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) ohne – -sız, -siz
Sabit İfadeler
mit jemandem sprechen – biriyle konuşmak
mit etwas anfangen – bir şeye başlamak
mit etwas fertig sein – bir şeyi bitirmek
mit jemandem befreundet sein – biriyle arkadaş olmak
mit der Zeit – zamanla
mit Absicht – kasıtlı olarak
mit Erfolg – başarıyla
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
miteinander – birbirleriyle
Sie reden miteinander. – Birbirleriyle konuşuyorlar.
mitkommen – birlikte gelmek
Kommst du mit? – Geliyor musun?
mitmachen – katılmak
Willst du beim Spiel mitmachen? – Oyuna katılmak ister misin?
mitnehmen – yanında almak
Ich nehme meinen Laptop mit. – Bilgisayarımı yanıma alıyorum.
mitteilen – bildirmek
Er hat mir die Nachricht mitgeteilt. – Bana haberi bildirdi.
mitbringen – beraberinde getirmek
Kannst du Brot mitbringen? – Ekmek getirebilir misin?
mitarbeiten – birlikte çalışmak
Er arbeitet aktiv im Projekt mit. – Projede aktif olarak çalışıyor.
mitlaufen – birlikte koşmak
Ich laufe beim Marathon mit. – Maratonda birlikte koşuyorum.
mitfühlen – empati kurmak
Ich kann mit dir mitfühlen. – Seninle empati kurabiliyorum.
ohne – -sız, -siz
Kaffee ohne Zucker, bitte. – Şekersiz kahve lütfen.
die Kollegin
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Substantiv (isim)
Genus: feminin
Artikel: die Kollegin
Plural: die Kolleginnen
Maskuline Form: der Kollege
Telaffuz: [koˈleːɡɪn]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: kadın iş arkadaşı, meslektaş
İngilizce: (female) colleague, coworker
Anlam
Kollegin, aynı iş yerinde, kurumda veya meslekte birlikte çalışan kadın kişi anlamına gelir.
Hem profesyonel hem de akademik bağlamlarda kullanılır.
1. İş ortamında
Meine Kollegin arbeitet im gleichen Büro. – Kadın iş arkadaşım aynı ofiste çalışıyor.
Ich habe mit meiner Kollegin ein Meeting. – Kadın meslektaşımla bir toplantım var.
2. Akademik veya mesleki bağlamda
Die Kollegin forscht an der Universität. – Kadın meslektaş üniversitede araştırma yapıyor.
Unsere Kolleginnen aus Frankreich besuchen uns nächste Woche. – Fransa’daki kadın meslektaşlarımız bizi gelecek hafta ziyaret ediyor.
3. Genel anlamda “meslektaş” olarak
Sie ist eine geschätzte Kollegin. – O, saygı duyulan bir meslektaştır.
Ich kenne viele Kolleginnen aus anderen Abteilungen. – Diğer bölümlerden birçok kadın meslektaş tanıyorum.
Etimoloji
Kollegin, Latince collega (“birlikte görev yapan kişi”) kelimesinden gelir.
Kökü, com- (“birlikte”) ve legare (“görevlendirmek”) fiillerinin birleşimidir.
Almanca’ya Fransızca collègue aracılığıyla geçmiştir.
Etimolojik zincir:
Lateinisch: collega → Französisch: collègue → Deutsch: Kollege / Kollegin
Aynı kökten gelen kelimeler:
der Kollege – erkek iş arkadaşı
kollegial – meslektaşça, dostane
die Kollegialität – meslektaşlık, dayanışma
Kullanım Alanları
İş hayatı:
Ich arbeite eng mit meiner Kollegin zusammen. – Kadın iş arkadaşımla yakın çalışıyorum.
Eğitim ve araştırma:
Die Kollegin hat einen Vortrag gehalten. – Kadın meslektaş bir sunum yaptı.
Sosyal bağlam:
Meine Kolleginnen sind sehr freundlich. – Kadın iş arkadaşlarım çok nazik.
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) die Mitarbeiterin, die Teamkollegin, die Arbeitskollegin
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) der Kollege – erkek iş arkadaşı
Sabit İfadeler
eine Kollegin von mir – benim bir kadın iş arkadaşım
liebe Kollegin – sevgili meslektaşım (resmî veya dostane hitap)
meine Kolleginnen und Kollegen – kadın ve erkek meslektaşlarım
mit einer Kollegin sprechen – bir kadın iş arkadaşıyla konuşmak
Kollegin aus der Abteilung – bölümden kadın meslektaş
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
der Kollege – erkek iş arkadaşı
Mein Kollege hilft mir oft bei Projekten. – Erkek iş arkadaşım projelerde bana sık sık yardım eder.
die Mitarbeiterin – kadın çalışan
Unsere neue Mitarbeiterin ist sehr kompetent. – Yeni kadın çalışanımız çok yetenekli.
das Team – ekip
Unser Team besteht aus fünf Kolleginnen. – Ekibimiz beş kadın meslektaştan oluşuyor.
die Abteilung – bölüm
Sie arbeitet in der Marketingabteilung. – O, pazarlama bölümünde çalışıyor.
die Zusammenarbeit – iş birliği
Die Zusammenarbeit mit den Kolleginnen ist hervorragend. – Kadın meslektaşlarla iş birliği mükemmel.
kollegial – meslektaşça
Er verhält sich immer kollegial. – Her zaman meslektaşça davranır.
die Kollegialität – dayanışma
Kollegialität ist im Beruf sehr wichtig. – Meslektaş dayanışması iş hayatında çok önemlidir.
die Chefin – kadın patron
Meine Chefin ist sehr verständnisvoll. – Kadın patronum çok anlayışlı.
die Freundin – kadın arkadaş
Sie ist nicht nur meine Kollegin, sondern auch meine Freundin. – O sadece iş arkadaşım değil, aynı zamanda arkadaşım.
der Arbeitsplatz – iş yeri
Am Arbeitsplatz habe ich nette Kolleginnen. – İş yerinde hoş kadın iş arkadaşlarım var.
telefonieren
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Verb (fiil)
Grundform: telefonieren
Präsens: ich telefoniere
Präteritum: ich telefonierte
Perfekt: ich habe telefoniert
Partizip II: telefoniert
Hilfsverb: haben
Trennbar: hayır
Telaffuz: [telefoˈniːʁən]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: telefonla konuşmak, aramak
İngilizce: to talk on the phone, to call
Anlam
Telefonieren fiili, telefon aracılığıyla biriyle konuşmak veya iletişim kurmak anlamına gelir.
Genellikle karşılıklı konuşmayı ifade eder, sadece “arama yapmak” değil, “konuşmak” eylemini de kapsar.
1. Birisiyle telefonla konuşmak
Ich telefoniere mit meiner Mutter. – Annemle telefonda konuşuyorum.
Er telefoniert gerade mit seinem Chef. – Şu anda patronuyla telefonda konuşuyor.
2. Telefon görüşmesi yapmak (genel anlamda)
Wir telefonieren jeden Abend. – Her akşam telefonda konuşuyoruz.
Hast du schon mit ihr telefoniert? – Onunla zaten konuştun mu?
3. İş veya resmî bağlamda
Ich telefoniere oft mit Kunden. – Sık sık müşterilerle telefonda konuşuyorum.
Die Sekretärin telefoniert den ganzen Tag. – Sekreter bütün gün telefonda konuşuyor.
Etimoloji
Telefonieren, Fransızca téléphoner (“telefon etmek”) fiilinden gelir.
Kökü, Yunanca tēle (“uzak”) ve phōnē (“ses”) sözcüklerinin birleşimidir.
Almanca’ya 19. yüzyılın sonlarında telefonun icadıyla birlikte geçmiştir.
Etimolojik zincir:
Griechisch: tēle + phōnē → Französisch: téléphoner → Deutsch: telefonieren
Aynı kökten gelen kelimeler:
das Telefon – telefon
der Anruf – arama
anrufen – aramak
die Telefonnummer – telefon numarası
Kullanım Alanları
Kişisel iletişim:
Ich telefoniere jeden Tag mit meinem Freund. – Her gün erkek arkadaşımla telefonda konuşuyorum.
İş ortamı:
Er telefoniert mit einem wichtigen Kunden. – Önemli bir müşteriyle telefonda konuşuyor.
Resmî durumlar:
Bitte telefonieren Sie nicht während der Sitzung. – Lütfen toplantı sırasında telefonla konuşmayın.
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) anrufen, sprechen am Telefon
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) auflegen – telefonu kapatmak, schweigen – sessiz kalmak
Sabit İfadeler
mit jemandem telefonieren – biriyle telefonda konuşmak
viel / lange telefonieren – çok / uzun süre telefonda konuşmak
gerade telefonieren – şu anda telefonda olmak
telefonieren dürfen – telefonla konuşma izni olmak
am Telefon sein – telefonda olmak
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
das Telefon – telefon
Das Telefon klingelt. – Telefon çalıyor.
der Anruf – arama
Ich habe einen Anruf bekommen. – Bir arama aldım.
anrufen – aramak
Ich rufe dich später an. – Seni sonra arayacağım.
die Telefonnummer – telefon numarası
Wie ist deine Telefonnummer? – Telefon numaran nedir?
der Hörer – ahize
Er nahm den Hörer ab. – Ahizeyi kaldırdı.
die Leitung – hat, bağlantı
Die Leitung ist besetzt. – Hat meşgul.
auflegen – telefonu kapatmak
Bitte leg nicht auf! – Lütfen kapatma!
abheben – telefonu açmak
Niemand hebt ab. – Kimse telefonu açmıyor.
die Nachricht – mesaj
Ich habe eine Nachricht hinterlassen. – Bir mesaj bıraktım.
sprechen – konuşmak
Wir sprechen oft am Telefon. – Sık sık telefonda konuşuyoruz.
Laura
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Eigenname (özel isim)
Genus: feminin
Artikel: die Laura
Plural: —
Telaffuz: [ˈlaʊ̯ʁa]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: Laura (kadın ismi)
İngilizce: Laura
Anlam
Laura ismi, Latince kökenli bir kadın adıdır ve “defne ağacı” veya “zafer tacı” anlamına gelir.
Antik Roma’da defne ağacı, zafer, onur ve başarı sembolüydü. Bu nedenle Laura ismi, “zaferle taçlandırılmış kadın” anlamını taşır.
Etimoloji
Laura, Latince laurus (“defne ağacı”) kelimesinden türemiştir.
Orta Çağ’da özellikle İtalya ve Fransa’da yaygınlaşmış, daha sonra Avrupa dillerine geçmiştir.
Etimolojik zincir:
Lateinisch: laurus → Italienisch: Laura → Deutsch / Englisch / Französisch: Laura
Aynı kökten gelen kelimeler:
laurel (İngilizce) – defne
Laurus nobilis – defne ağacının bilimsel adı
Kullanım Alanları
Kişi adı olarak:
Laura ist meine Kollegin. – Laura benim iş arkadaşım.
Ich telefoniere mit Laura. – Laura ile telefonda konuşuyorum.
Edebî ve kültürel bağlamda:
Petrarca schrieb Gedichte für seine Muse Laura. – Petrarca, ilham perisi Laura için şiirler yazdı.
Popülerlik
Laura ismi Almanca konuşulan ülkelerde, özellikle 1990’lardan itibaren çok popüler olmuştur.
Ayrıca İtalya, İspanya, Polonya ve İngiltere’de de sıkça kullanılan klasik bir isimdir.
Eş Anlamlılar / Benzer İsimler
(etimolojik veya biçimsel olarak)
Lara
Lauren
Laurina
Laurence (Fransızca biçim)
İsimle İlgili Sabit İfadeler
die heilige Laura – Aziz Laura (dini bağlamda)
Laura und Lukas – Almanca çocuk kitaplarında sık görülen isim ikilisi
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
laurus – defne ağacı
In Rom war der Lorbeerkranz aus Laurus ein Symbol des Sieges. – Roma’da defne tacı zaferin simgesiydi.
der Lorbeer – defne
Lorbeerblätter werden oft beim Kochen verwendet. – Defne yaprakları genellikle yemeklerde kullanılır.
Lara – benzer kadın ismi
Lara und Laura sind befreundet. – Lara ve Laura arkadaş.
Lauren – İngilizce biçim
Lauren ist die englische Variante von Laura. – Lauren, Laura’nın İngilizce biçimidir.
Laurina – küçültme biçimi
Laurina klingt zärtlicher als Laura. – Laurina, Laura’dan daha sevecen bir şekilde duyulur.
Laurence – Fransızca biçim
Laurence ist in Frankreich ein häufiger Name. – Laurence, Fransa’da yaygın bir isimdir.
der Sieg – zafer
Laura bedeutet „die vom Sieg Gekrönte“. – Laura “zaferle taçlandırılmış kadın” anlamına gelir.
die Krone – taç
Die Krone aus Lorbeer war ein Zeichen der Ehre. – Defne tacı onurun bir simgesiydi.
die Ehre – onur
Laura steht symbolisch für Ehre und Erfolg. – Laura, onur ve başarıyı simgeler.
der Erfolg – başarı
Mit Fleiß kommt der Erfolg – wie bei Laura. – Çabayla başarı gelir – tıpkı Laura’da olduğu gibi.
müssen
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Modalverb (yardımcı fiil)
Grundform: müssen
Präsens: ich muss
Präteritum: ich musste
Perfekt: ich habe gemusst / (nadiren) ich musste
Partizip II: gemusst
Hilfsverb: haben
Telaffuz: [ˈmʏsən]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: zorunda olmak, -meli/-malı
İngilizce: must, have to
Anlam
Müssen fiili, zorunluluk, gereklilik veya kaçınılmazlık ifade eder.
Bir eylemin yapılmasının gerekli, mecburi veya kaçınılmaz olduğunu belirtir.
1. Zorunluluk (bir şeyi yapmak zorunda olmak)
Ich muss morgen früh aufstehen. – Yarın erken kalkmak zorundayım.
Du musst deine Hausaufgaben machen. – Ödevlerini yapmak zorundasın.
2. Kural veya gereklilik
Man muss im Büro pünktlich sein. – Ofiste dakik olmak gerekir.
Alle müssen einen Helm tragen. – Herkes kask takmak zorunda.
3. Mantıksal çıkarım (muhtemelen, kesin olmalı)
Er muss krank sein. – O, hasta olmalı (kesin hasta).
Das muss ein Fehler sein. – Bu bir hata olmalı.
4. İçsel zorunluluk veya kişisel ihtiyaç
Ich muss jetzt etwas essen. – Şimdi bir şey yemem gerek.
Ich muss dir etwas sagen. – Sana bir şey söylemem gerek.
Etimoloji
Müssen, Eski Yüksek Almanca muzzan (“zorunda olmak, mecbur olmak”) kelimesinden gelir.
Kökü, Cermen mot- (“güç, zorunluluk”) köküne dayanır.
Aynı kökten İngilizce must ve Hollandaca moeten türemiştir.
Etimolojik zincir:
Urgermanisch: mot- → Althochdeutsch: muzzan → Mittelhochdeutsch: müezzen → Neuhochdeutsch: müssen
Aynı kökten gelen kelimeler:
das Muss – zorunluluk
mühsam – zahmetli (aynı kökten türemiştir)
Kullanım Alanları
Kural veya yasa:
Fahrradfahrer müssen Licht haben. – Bisikletlilerin ışığı olması gerekir.
Kişisel görev:
Ich muss noch einkaufen. – Hâlâ alışveriş yapmam gerek.
Mantıksal çıkarım:
Das muss Liebe sein. – Bu aşk olmalı.
İçsel ihtiyaç:
Ich muss kurz raus. – Kısa bir süre dışarı çıkmam gerek.
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) verpflichtet sein, notwendig sein, gebraucht werden
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) nicht müssen – zorunda olmamak, dürfen – izinli olmak
Sabit İfadeler
etwas tun müssen – bir şeyi yapmak zorunda olmak
nicht müssen – gerek olmamak
müssen + Infinitiv – zorunluluk yapısı
Das ist ein Muss! – Bu bir zorunluluk!
Ich muss los. – Gitmem gerek.
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
das Muss – zorunluluk
Pünktlichkeit ist ein Muss. – Dakiklik bir zorunluluktur.
dürfen – izinli olmak
Du darfst hier parken. – Burada park edebilirsin.
sollen – gerekmek (ahlaki veya dışsal)
Du sollst deine Eltern anrufen. – Aileni araman gerekir.
können – yapabilmek
Ich kann gut schwimmen. – İyi yüzebilirim.
wollen – istemek
Ich will heute nicht arbeiten. – Bugün çalışmak istemiyorum.
dürfen – izinli olmak
Wir dürfen nicht laut sein. – Gürültü yapmamıza izin yok.
brauchen – ihtiyaç duymak
Du brauchst nicht zu kommen. – Gelmene gerek yok.
notwendig – gerekli
Es ist notwendig, früh zu schlafen. – Erken uyumak gereklidir.
verpflichtet – yükümlü
Er ist verpflichtet, die Regeln zu befolgen. – Kurallara uymakla yükümlüdür.
mühsam – zahmetli
Die Arbeit war sehr mühsam. – İş çok zahmetliydi.
der Stress
Dilbilgisel Bilgiler
Wortart: Substantiv (isim)
Genus: maskulin
Artikel: der Stress
Plural: die Stresssituationen / (nadiren) die Stresse
Telaffuz: [ʃtʁɛs]
Türkçe–İngilizce Karşılıklar
Türkçe: stres, gerginlik, baskı
İngilizce: stress, pressure, tension
Anlam
Stress kelimesi, bedensel veya zihinsel baskı, gerginlik veya zorlanma durumu anlamına gelir.
Hem psikolojik hem de fiziksel bağlamlarda kullanılır.
1. Psikolojik stres (duygusal baskı)
Ich habe viel Stress bei der Arbeit. – İşte çok stresim var.
Sie steht unter großem Stress. – O, büyük bir stres altında.
2. Fiziksel stres (bedensel zorlanma)
Zu wenig Schlaf verursacht Stress im Körper. – Yetersiz uyku vücutta strese neden olur.
Sport hilft, Stress abzubauen. – Spor, stresi azaltmaya yardımcı olur.
3. Zaman baskısı veya yoğunluk
Vor Prüfungen habe ich immer Stress. – Sınavlardan önce her zaman stres olurum.
Kein Stress! – Panik yok! / Sakin ol!
Etimoloji
Stress, İngilizce stress (“baskı, gerilim”) kelimesinden gelir.
Kökü, Latince stringere (“sıkmak, germek”) fiiline dayanır.
Almanca’ya 20. yüzyılın ortalarında psikoloji ve tıp alanları aracılığıyla geçmiştir.
Etimolojik zincir:
Lateinisch: stringere → Altfranzösisch: estresse → Englisch: stress → Deutsch: Stress
Aynı kökten gelen kelimeler:
die Anspannung – gerginlik
der Druck – baskı
gestresst – stresli
stressig – stresli, yorucu
Kullanım Alanları
İş hayatı:
Der Stress im Büro ist manchmal zu viel. – Ofisteki stres bazen fazla oluyor.
Okul ve sınavlar:
Viele Schüler leiden unter Stress. – Birçok öğrenci stresten muzdarip.
Günlük yaşam:
Ich brauche Urlaub, um den Stress zu vergessen. – Stresi unutmak için tatile ihtiyacım var.
Olumlu bağlamda (hafif mizahi):
Kein Stress, alles gut! – Stres yok, her şey yolunda!
Eş Anlamlılar
(bağlama göre) die Anspannung, der Druck, die Belastung, die Nervosität
Zıt Anlamlılar
(bağlama göre) die Ruhe, die Entspannung, die Gelassenheit
Sabit İfadeler
unter Stress stehen – stres altında olmak
Stress haben – stresli olmak
Stress abbauen – stresi azaltmak
Stress vermeiden – stresten kaçınmak
Kein Stress! – stres yok, sakin ol
gestresst sein – stresli olmak
Etimolojik ve Bağlamsal Akrabalık Havuzu (10 Kelime – Ana başlık hariç, örnek cümlelerle)
gestresst – stresli
Ich bin heute total gestresst. – Bugün tamamen stresliyim.
stressig – stresli, yorucu
Der Tag war sehr stressig. – Gün çok stresliydi.
die Anspannung – gerginlik
Nach der Prüfung fiel die Anspannung ab. – Sınavdan sonra gerginlik geçti.
der Druck – baskı
Unter Druck arbeitet sie besser. – Baskı altında daha iyi çalışıyor.
die Belastung – yük, zorlanma
Die körperliche Belastung war zu hoch. – Fiziksel yük çok fazlaydı.
die Ruhe – sakinlik
Etwas Ruhe hilft gegen Stress. – Biraz sakinlik strese iyi gelir.
die Entspannung – rahatlama
Yoga ist gut zur Entspannung. – Yoga rahatlamak için iyidir.
die Gelassenheit – soğukkanlılık
Mit Gelassenheit kann man Stress vermeiden. – Soğukkanlılıkla stres önlenebilir.
der Ärger – öfke
Zu viel Ärger führt zu Stress. – Fazla öfke strese yol açar.
der Alltag – günlük yaşam
Im Alltag gibt es oft viel Stress. – Günlük yaşamda sık sık stres olur.
“Morgen ist auch noch ein Tag”
Sözcük Sözcük Analiz
morgen → yarın
ist → olmak (3. tekil şahıs)
auch → de / da / ayrıca
noch → hâlâ / henüz / yine
ein Tag → bir gün
Kelime dizilişi (literal):
“Yarın da hâlâ bir gündür.” → Almanca yapıya özgü.
Doğal Türkçe Karşılığı
“Yarın da var.”
“Daha yarın var.”
“Yarın da bir gün.”
“Bugün olmazsa yarın.”
Anlamsal Bağlam
Bu ifade umut + erteleme + sebat üçlüsünü taşır:
Zamanın bitmediğini hatırlatma
“Her şey bugün olmak zorunda değil.”
Psikolojik rahatlatma
Baskıyı azaltır.
“Şimdi olmadıysa sorun değil.”
Motivasyon
Vazgeçme yerine devam mesajı verir.
Umudu diri tutar.
Kullanım Alanları 1) Teselli Amaçlı
Başaramayan birine:
“Lass es gut sein – morgen ist auch noch ein Tag.”
“Boş ver – yarın da var.”
2) Erteleme Kararı Alırken
“Bugün bitmedi ama problem değil – yarın da var.”
3) Hayal kırıklığı sonrası
“Bugün olmadıysa yarın olur.”
Tonu
Yumuşak – teselli edici
İyimser ama pasif riskli
Sürekli tekrarlandığında:
“Erteleme bahanesine” dönüşebilir.
Türkçedeki Eşdeğerleri
“Yarın da var.” ✅ (en yakın)
“Bugün geç olmadı, yarın bakarız.”
“Daha önümüzde yarın var.”
“Bugün bitmedi diye her şey bitmedi.”
Kültürel Not
Alman kültüründe bu ifade:
Aceleye kapılmamak
Hatalarla yaşayabilmek
Soğukkanlılık
mesajı verir.
Bizdeki:
“Nasip değilmiş, yarını bekleriz.”
mantığıyla örtüşür; ancak Alman kullanımında daha seküler bir teselli tonu vardır, kader vurgusu yoktur – tamamen zaman yönetimi ve psikolojik dayanıklılık odağındadır.
Kısa Özet
“Morgen ist auch noch ein Tag.” =
Bugün her şey bitmek zorunda değil; zaman tükenmedi, umut devam ediyor.